vardır bununla ilgili. Söyleyen de ünlü bir İngiliz romantik ressamdır, William Blake. Aynı zamanda bir şair, olağanüstü bir ressam, aynı zamanda bir anarşist. Anarşizmi Pierre-Joseph Proudhon veya Mikhail Bakunin geleneğinde devam ettiren bir anarşist. Mevcut düzenle ilgili problemi var, o düzen de kilise. O Hıristiyanların kutsal kitabını kendine göre yeniden yazmıştır. Yazdığı o kutsal kitabı da bu sefer resimlemiştir. Bütün resimleri, bütün sanat hayatı ona bağlıdır. Dönemi itibariyle de oldukça marjinal olan Blake;“ Benim resimlerimde gördüğünüz her şey aslında doğada var, ama benden başka hiç kimse o şeyleri bir arada benim gibi göremez.” demiştir. İşte buu bir tasarımdır. O şeyleri bir araya getirmek, onları tekrar kurgulamak, sanatın bütün alanlarında olduğu gibi hayatın bütün alanlarında da herkes için geçerli olan bir şeydir.
Bugün bütün sanat dalları içinde bakarsak, hepsinde sanatçının değişmez çalışma prensipleri vardır. Bu işte tasarım sürecidir. Öncelikle bir başlık seçersiniz, ressam ya da yazar olun, fark etmez, genel bir kurgu yaparsınız. Ressamlar sinemacılar gibi çalışır önce bir senaryo oluştururlar. Tıpkı sinema gibi, çünkü ikisi de eserini görsellik üzerine kurar, imge üzerine giderler. Ve o imgeleri destekleyecek imajları bulmak zorundadırlar. Senaryoyu yazarsınız, oyuncularınızı bulursunuz, synopsis’ i hazırlanır, her oyuncunun rolü dağıtılır. Bunun gerçekleşmesi için de uygun mekanları arayıp bulursunuz sonra o uygun mekanlara ışık faktörünü
|
yüklersiniz; günün hangi saati olduğu bir ressam için çok önemlidir. Resimleyeceğiniz sahne, günün hangi saatinde olacak? Çünkü o da metnin bir parçasıdır. Sanat tarihini incelerken Klasik, Barok, Rokoko, Romantizm gibi dönemlerin hepsinde ışık faktörü vardır. Klasik dönemlerde ışığı o kadar yoğun kullanmazsınız, orada form ve biçim önemlidir fakat sonra zaman geçtikçe
“ Benim resimlerimde gördüğünüz her şey aslında doğada var, ama benden başka hiç kimse o şeyleri bir arada benim gibi göremez.”- William Blake
|
ışık devreye girer.
Doğalcılık yani natüralizm gibi akımları kurgu ve tasarımın bir parçası olarak, felsefeyle birlikte hareket eden sanatı ve sanatçıların da birer filozof olduğunu düşünmelisiniz. Rönesans felsefesinin en büyük üç ustasından biri olan Leonardo da Vinci’ nin filozof tarafını hep kenarda tutarız, bu büyük bir yanlıştır. Tarihsel sürecin içerisinde hep ara noktalarda büyük tasarımcılar vardır çünkü onlar bir cümleyi kurmak için vesile olan sözcükleri ortaya döken kişilerdir. Çoğunluğu da bilim insanı olduğu gibi felsefesi anlamda da hayatı tanımlamaya çalışan kişilerdir. Böyle baktığımızda ressamların, heykel tıraşların, edebiyatçıların da bir alt metin oluşturması kaçınılmazdır. Zaten bir resme baktığımızda“ Konusu nedir?”,“ Burada ne anlatılmak istenmiş?” demek gibi bir alışkanlığımız vardır. Soyut veya somut imgelerle yönetilmiş bir sanat eseri olsun fark etmez. Mutlaka alt metni merak ederiz. Batılı sanatçıların 13-14. yüzyıllardan itibaren kutsal kitaplardan hareket ederek bir takım eserler oluşturduklarını görürüz. 12. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar oluşturulan tüm resimlerin, kutsal kitapların bir tür çizgi romanı olduğunu görürüz. Burada alt metin kutsal kitaptır ve o alt metni yeniden kurgulayan da sanatçıdır. Mesela Adem ile Havva’ nın yaratılışını Michelangelo Sistine Şapeli’ nde başka, Cennetten
Kovuluş sahnesini Rubens başka tasarlıyor. Bu tasarımlarda ülke farklılıkları da ortaya çıkıyor.
Yani güneyli bir sanatçının bakışıyla
|
29 |