Perspective Perpective Sayi 33 | Page 76

H

Hayata

Gönülden Gönüle …

Neşet Ertaş

12 yaşında annesini kaybetmiş , 14 yaşında âşıklığa erişmiş ve daha yirmisine gelmeden cebinde iki buçuk lirasıyla terk etmiş doğup büyüdüğü Kırşehir ’ i . Babasının yanında geçinmektense kendi yolunu yaratmayı tercih etmiş aslında .
Ege Süalp esualp @ gsuik . co
72

Abdallık … Göçebe olmaktır . Her insana dokunabilecek duyguları yüklemiştir omzuna , ta Horasan ’ dan Anadolu ’ ya . Karın tokluğuna yapılan sanat , belki de bugünün sanatından kat ve kat daha sanattır . Ve dertler , acılar , başkaldırılar … Belki de en güzel Abdalların diliyle , ağıtlarıyla anlatılır .

Takvimler 1913 ’ ü gösterdiğinde , zamanında dedesinin Horasan ’ dan göç ettiği , Kırşehir ’ in Çiçekdağı ilçesinde dünyaya gelmişti Muharrem . Abdallık geleneğine bağlı bir aileye sahip olduğundan bağlamayla daha 7-8 yaşlarındayken tanışmış , öyle ki ilk saz hocaları da dayıları olmuştu . Dayılarıyla birlikte düğünlerde eğlencelerde sahne alan Muharrem , onlarla köy köy dolaşarak bir bakıma pişme imkânı bulmuş ve zamanla Orta Anadolu geleneksel halk müziğinden geniş bir kültüre sahip olmuştu . O günlerden konu açılınca , “ Çalıp söyleme işini benim Yusuf Usta vardı rahmetli , beni yanına aldı , ne duydum ne öğrendim ise ondan öğrendim … Nereye gitse bensiz gitmezdi , alır götürürdü .” diyerek anlatır , Abdallıktaki usta-çırak ilişkisine değinirdi .
İlk karısının vefatından hemen sonra Döne Hanım ’ la evlenmiş , 4 tane de evladı olmuş …
Bu evlatlardan biri olan Neşet , Kırtıllar ( bazı kaynaklarda Tırtıllar olarak da geçer ) Köyü ’ nde dünyaya geldiğinde ise takvimler 1938 senesini gösteriyordu . Kader ona Abdallığı 20 . Yüzyıla taşıyan Muharrem Ertaş ’ ın oğlu olma şansını tanımıştı . Onun hikâyesi babasıyla gittiği düğünlerde zil takıp oynamasıyla başlar aslında . Ailenin geçimi babasının bağlama telleriyle sağlandığından , daha çok küçükken müzikle iç içe büyümeye başlamış . “… bana da babam zil vermişti . Böyle düğünlerde aşağı yukarı 4-5 sene babamın yanında zille başladım …”
“ Baba dedim ‘ Sen neden kendin beste yapmıyorsun türkü yazmıyorsun ?’ ‘ Oğlum ,’ dedi ‘ Ozanlar birbirinin devamıdır . Eğer benim demek istediğimi benden evvel gelip giden bir ozanımız yazmış gitmiş ise bana o bir miras bırakmıştır , saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım ’ dedi …” Bu konuşmadan sonra düğün evlerinde çalarken , bir gün içerisinde hasta olan bir eve girer . Başında gözü yaşlı annesi , genç bir delikanlı yatmaktadır burada . Çalmasını isterler , onlar için de çalar . Bu olaydan öyle etkilenmiştir ki hemen akşamında “ Anam Ağlar Başucumda ” adlı ilk bestesini yazmıştır . “ İlk bestem bu oldu ama ben bunu besteledim veya bu beste benim demedim kimseye . Yıllar sonra babam geldi eve , “ Yavrum bir şeyler hissediyorum ben ” dedi bana , “ evet ” dedim . Zaten birbirimizi tek kelimede anlardık . “ Bize garip derler yavrum , gönül de garip ” dedi bana …”
12 yaşında annesini kaybetmiş , 14 yaşında âşıklığa erişmiş ve daha