Perspective: Öncelikle kariyerinizi bu yolda şekillendirmeye yönelten süreç nasıldı?
Onur Can Çaylı: Süreçten bahsedeceksek çocukluktan başlamam lazım çünkü benim her zaman içimde olan bir şeydi. Hala o içimde olan şeyin hayatım boyunca devam edeceğini hissediyorum, bununla doğdum diyebilirim. Aslında çok farklı görüşler var insan sahip olduğu yeteneği doğuştan mı alıyor, genetik faktörlerle mi yoksa sonradan da oluyor mu diye düşünüyoruz bazen. Bence doğuştan gelen bir yatkınlık. İnsanların hayatları boyunca yaptıkları yönelimler bunlara yatkın şekilde doğmalarıyla ilgili. Ben de sanırım sanata yatkın biçimde doğdum. Bunu da şuradan anlıyorum, kendimi bildim bileli iyi bir gözlemciydim. Gözlemlediğim şeyleri yansıtıyorum. Sanat ve tasarım kaygım yoktu çocukken, sürekli çizimler yapardım. Kimseye gösterme çabasında olmazdım, içimden gelen bir şeydi. Daha sonrasında okula başladım. Okuldan sonra güzel sanatlar lisesine gittim. Hacettepe’ de grafik tasarımı okudum ve bunun üstüne yüksek lisans yaptım. Bu şekilde sevdiğim işi kariyerim haline getirdim. Kısacası doğduğum andan itibaren tasarım süreci benim için başladı diyebiliriz.
P: Ailenizde sanatla ilgilenen biri var mıydı?
O. C. Ç: Babamın bu yönde yeteneği vardı. Uluslararası bir yarışmada ödül kazanmıştı. Ancak ailesi o zamanlar yeteneğininin çok farkında değillermiş, destekleyememişler. Öğretmeninin teşviki ile İtalya’ ya bir resim gönderiyor ve bunun üstüne ona burs vermek istiyorlar, davet ediyorlar. O zamanlar gidememiş ama hala çok güzel çizer, kaligrafiye de yatkınlığı var. Çocukluğumda onu gözlemlerdim. Kardeşim de konservatuar mezunu. Ailecek sanata bir yönelimimiz var.
P: Çocukluğunuzda bir çizgi roman karakteri yaratmışsınız, seri halinde devam ettirmişsiniz. Bize bu karakteri anlatır mısınız?
O. C. Ç: Evet, çocukluğumda var öyle bir anım. Ben çocukken o evrensel“ çalışkan çocuk” modeli değildim. Genelde çizmekle meşguldüm. Vardı o zamanlar çizdiğim bir karakter ama isim bulamıyordum. Eskişehir- Ankara yolunu gidip gelirken bir kunduracının levhası gözüme çarpmıştı: Togo. Sonra belki işler ilerlerse ayakkabıcıyla anlaşırım diyordum. Baya çizerdim onu. Benim gibi dersle ilgilenmeyen arkadaşlarıma dağıtırdım. Hani sanatta vardır ya o paylaşma isteği, paylaşıp fikirlerini almak isterdim. Baktım bir süre sonra çizimlerimi takip eden bir kitle oluşmaya başladı, o zaman aylık dergi yapabilirim dedim. Bir gün kantinde param kalmamıştı, bir çocuğun koluna dövme yaptım. Ondan para aldım. Baktım bu iş oluyor, çocuklar da severler dövme yaptırma fikrini, bilirsiniz. O sayede biraz ticaret haline getirdim bunu. Okulda tipler vardır ya yabancı filmlerde, hani çete gibi, bizde de kuru kafa çetesi vardı. Onlara her hafta kuru kafa dövmesi yapardım, onlar da beni korurlardı.
Bir ülkenin gelişmişliğinin göstergesi sadece ekonomi değil o topraklar üzerindeki sanatsal ve entelektüel lar gerekir. Üniversiteler bu ilgi alanlarına göre profesyonel yetiştirmelidir. Türkiye’ de, benim uzmanlık alanımda, görsel efekt- animasyon üzerine herkes her şeyi yapmaya çalışıyor. 30 kişilik ekipte normalde herkes kendi işini yapar. Burada ise aynı işi 5 kişi ile yapmaya çalışıyoruz Mesela Shrek, Kung Fu Panda’ nın ekibine bakın, inanılmaz çünkü binlerce kişinin emeği var. Sadece karakterlerin tüylerini yapmakla görevlendirilmiş ayrı bir sanatçı var ekipte. Uzman alanlarının gelişmesine önem veriyorlar, spesifik iş çıkartan adamlar oluyor bu sayede. Sektör bunu istiyor, bu şekilde gelişiyor. Tabi belki paradır sorun, burada şu anda o ekibi sağlayacak bütçe yok. Eğitim sistemi gelişmeli ki bu durum da gelişsin.
P: Bütün bu gözlemleriniz bakış açınıza neler kattı?
O. C. Ç: Sürekli karşılaştırma yapmayı sevmiyorum ama profesyonel anlamda başarılı oldukları kanıtlanmış o yüzden örnek olarak alabileceğimizi düşündüm hep. Keşke kendi ülkemdeki örneklerden konuşabilsem ama ne yazık ki o durumda değiliz. Çocukken yeteneklerimize göre yönlendirilmemiz gerekiyor, başta bahsettiğim yatkınlıklar işte,
değerlerdir. |
küçük yaşta keşfedilmeliler. Türkiye’ de mezun olduğunuz zaman sudan çıkmış balık gibi hissediyorsunuz. Kafanızda tek bir soru oluyor:“ Ben ne yapacağım?” çünkü küçük yaşta yönlendirilmiyorlar, yazık oluyor. Hangi işi yaparsanız yapın burada başarı parayla özdeşleştirilmiş durumda. Bir ülkenin gelişmişliğinin göstergesi sadece ekonomi değil o topraklar üzerindeki sanatsal ve entelektüel değerlerdir. Bunun yolu yüksek katlı binalar yapmaktan değil, insanların eğitimine yatırım yapmaktan geçiyor. |
33 |
P: Çocukken etkilendiğiniz bir çizgi roman karakteri var mıydı?
O. C. Ç: Ankara’ da DC veya Comic Store gibi yerler yoktu. Gırgır, Le Manyak türünde dergileri takip ederdim. Manga tarzı şeyleri yeterince kuvvetli bulmadım.
P: Amerika’ da ve Türkiye’ de eğitim aldınız. Tasarım açısından bakarsak iki eğitim arasındaki temel farklar nelerdi?
O. C. Ç: İki ülke arasında bu konuda çok derin farklar var. Bunlar da temelde sektörün kendisinden kaynaklanıyor. Orada eğitim sistemi öğrencileri sadece mezun etmeye değil aynı zamanda iş sektöre de hazırlamayı amaçlıyor. Üniversite kendimizi pek çok alanda geliştirme fırsatı bulduğumuz bir yer, aynı zamanda geleceğe de hazırlamalı. Türkiye’ de ise sektörün ihtiyaçları ile verilen eğitim çok farklı. Örneğin bu işte branşlar ve spesifik iş tanımları vardır. Görsel efektlerde yaratım aşamasında belki 30-40 aşama oluyor Bunlar için farklı farklı meslek gruplarından insan-
P: Son zamanlarda üniversitelerde tasarıma yönelik derslere eğitmen olarak katılıyorsunuz. Kariyerinize bu yönde mi devam etmeyi düşünüyorsunuz? Gelecekte bir okul açmayı düşünür müsünüz?
O. C. Ç: Buraya geldiğimde üzücü olaylar yaşandı. Okul açmak için şu an ortam uygun mu diye soruyorum kendime. Şu ana kadar çoğunlukla sektörde olduğum için eğitim vermek konusunda deneyimli değilim. Bunu hazırda bulunan üniversiteler üzerinden test ediyorum. Eğitimler ve atölye çalışmaları yapıyorum. Öğrencilerle bir şeyler paylaşmak, onlara verdiğim şeyleri bana geri yansıtmaları çok güzel. Aldığım eğitim ve vizyonla ülkemizde gelişen dünya standart-