Otoriteden,
sorumluluktan,
en çok da öl-
mekten korkar
ama fark etmez
ki tüm bunlar
hayatın içinde-
dir ve aslında
tüm bunlar-
dan korkarak
yaşamaktan
korkar, kendini
var etmekten
alıkoyar.
benliği hakkında biraz daha şeffaf, az da
olsa hala gülen ama ne de olsa yıpran-
mış bir maske. Sonuncu maske ise en
karanlık olanı; söylemediklerimizi, açık
açık ve korkmadan hissedemedikleri-
mizi, karanlıklarımızı, düşüncelerimizi
kendimizi acizce engelleyip yapamadık-
larımızı gömerek paramparça ettiğimiz,
çürümüş hisler yüzünden çirkin, sebep-
siz korkularımız yüzünden korkunç ve
aldığı darbeler yüzünden içerideki ka-
ranlığı görünür kılan çatlaklarla dolu bir
maske.
Diğer iki yüzün varlığı sindirilmemiş, at-
latılamamış ve onun yerine basitçe dibe
gömülmüş acılarla dolu olan sonuncu
maskeyi saklamak içindir. Kişi kendini
olduğu gibi kabul etmediği için çürür ve
sonrasında dönüştüğü şeyden daha da
hoşnutsuz olduğundan kendini saklama
ihtiyacı duyar. İnsanın kendine uygula-
dığı en büyük sansür de budur. Göme
göme unutursun hissettiklerini, seni sen
yapan acılarını ve insanlara asıl olduğun
kişi hakkında yalan söylemek bir yana
dursun, aynı konuda kendine de yalan
söylersin.
“Korku kendine acımayı getirir; kendini
zavallılaştırmaya başlar (insan) korktuk-
ça” der Oscar Wilde yaşamanın yürek is-
tediğini savunurken. Haklıdır da. İnsan
hissetmekten, kaybolmaktan, terk edil-
mekten, unutulmaktan, sevişmekten,
acıdan, özgürlükten ve bir o kadar da
baskıdan korkar. Otoriteden, sorumlu-
luktan, en çok da ölmekten korkar ama
fark etmez ki tüm bunlar hayatın içinde-
dir ve aslında tüm bunlardan korkarak
yaşamaktan korkar, kendini var etmek-
ten alıkoyar.
Normları belirleyen toplum mudur yok-
sa bireyler normlar tarafından mı belir-
lenir? Belki ikisi de? Yazılı olmayan ve
teoride büyük bir çoğunluğa hitap et-
mesi yüzünden ortaya çıkan ve zihinlere
istemsizce kazınmaları hariç herhangi
bir yerde yazmayan bu kurallar bize ne
yapmamız gerektiğini, nasıl davranma-
mız gerektiğini söylerler. Bazısı için bu
nizam elde etmenin etkili bir yoludur
bazısı için isyan için yeterli bir bahane-
dir. Bu kadar radikal olmamak gerekir
belki de ama en azından şu söylenebilir:
bu normlar bize değerler sunarlar. Zaten
kendini kanıtlamak isteyenler bu değer-
leri benimserler çünkü onlara ‘doğru’
diye sunulan budur ve onların bu ko-
nuda düşünmek için zamanları yoktur,
onlar yarışırlar, daima yarışırlar.
Peki ya bu dayatılan değerler dışında
kendine değer biçen insanlar? 1600’ler-
de her şeyden şüphe edilebileceğini sa-
vunmak, 1700’lerde kraliyeti karşısına
alıp Antik Çağ’dan kalma gibi duran bir
düzeni savunmak, 1800’lerde haksız-
lıkları görüp karşılığında üç ciltlik bir
sermaye eleştirisi yazmak, 1900’lerde
herhangi bir inanışın varoluş gayesini
benimsemek yerine ‘kendini yaratarak’
onu bulmak. Tüm bu örnekler kendi
dönemlerinde dayatılmış normlara karşı
atılmış adımlardır ve toplumsal anlamda
pek çok değişikliğe sebep olmuşlardır.
Kalıplaşmış fikirler karşısında miskin
miskin söylenmek yerine onlarla savaş-
manın daha etkili olduğunu kanıtlamış-
lardır.
Normlar, sansür, otosansür, bireye ‘top-
lumun bir parçası’ anlamından fazlasını
yükleyemezler zaten amaçları da bun-
dan farklı bir şey değildir. Bu bireyi za-
ten olduğu küçük şeyden daha da kü-
çük kılar. Kendi değerlerini bulmasına
izin vermeden adeta bir köpeğe komutla
oturmayı öğretircesine ‘eğitilir’. Böylece
birey toplumun içinde erir ve yok olur.
Sonra tatlı bir rüzgâr eser; bazısı fırtına
diye adlandırır, bazısı devrim der. Bu
sükûnet dolu rüzgâr yıkar tüm tabula-
rı, tersine çevirir tüm normları, es geçer
bütün sansürleri çünkü hepsinden daha
güçlüdür.
Bu değişiklik rüzgârı esmediği takdirde
Louis Ferdinand Céline’in dediği gibi
aynı yerde kalan nesneler ve insanlar
yozlaşır, çürür ve leş gibi kokmaya baş-
larlar. P
KAYNAK
Gecenin Sonuna Yolculuk, 1932, Louis
Ferdinand Céline
Size Nasıl Geliyorsa, 1623, Wiliam
Shakespeare
Sosyalizm ve insan ruhu, 1891, Oscar Wilde
Sonra
tatlı bir rüzgâr
eser; bazısı
fırtına diye ad-
landırır, bazısı
devrim der.
43