41
düşünülebilir mi? Savaş da nitekim,
insanların anlaşma çabalarından birisi-
dir. Oysa ölüm dışında kalan zevklerin
binlercesi, acıyı telafi edemez. Zevk
anlık bir rüya iken, acı süreklilik gös-
teren ve derinlerimize tesir eden ger-
çek bir olgudur.
“Kızgın, karşı konmaz, öfke dolu, her
şeyde aşırı, töreler konusunda görülme-
dik bir sapkınlık yaşayan, bağnazlığa
dek tanrısız... bir iki lafla böyleyim işte.
Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha
vurup öldürün beni. Çünkü değişme-
yeceğim” Çünkü bütün kötümserliği
içinde onun şiddetle yadsıdığı bir fikir
var: Uğrama, başına gelme eylemi. Er-
dem adına allanıp pullanan kavramlar
arasında çiğnemektedir; insan onunla
tekrardan yarattığı kötülük bozgunu-
na boyun eğmekte, özgürlüğü de ger-
çekliğini yitirmektedir.
Ötekiler kendi isteklerine isyan etti
diye birey bir başkaldırı yapmayı sına-
mamalı mı? Bireyin özgürlüğü zaten
böyle bir çabaya girmeyecek midir?
Sade, ara sıra kuşkusuz bir çözüm
yolu aklına getirdi. Kendini toplum-
dan koparan süreç boyunca acı çek-
miş olabilir miydi? Bu soruları kendi-
lerine yöneltemedikçe insanlar erdem
üzerine demeçler, sahte altın işlemeli
sözler, ince dokunmuş yüzeysel ka-
lıplar ürettiler. Belki de yalnızca kendi
yargıları aracılığıyla kendi korkula-
rını meşru kıldılar. Yazarken tutulan
o nefesi gönül rahatlığıyla geri vere-
Oysa ölüm
dışında kalan
zevklerin bin-
lercesi, acıyı
telafi edemez.
Zevk anlık bir
rüya iken, acı
süreklilik gös-
teren ve derin-
lerimize tesir
eden gerçek bir
olgudur.
mediler. Aslında belki de her putlaşmış
düşüncede, her ‘tehlikeli’ düşüncede
olduğu gibi bir yazarı tüm maskelerini
hesaba katarak onu yorumla yetisi, bu
yargıların ikinci sebebi oldu.
Ona göre iyilik, barışmaz öğeleri özle-
rinde uyumlu gösteren bir oyundu; bol-
luğun bitmez tükenmez iştahı ile yoklu-
ğun bencil hırsı uzlaşabilir miydi? Sade,
insanlık ve iyilik kavramlarının çıkar
kavramının kılık değiştirmiş örnekleri
olduğunu savundu. Bireysel zevkleriyle
çatışmayacak bir toplumun özlemi-
ni çekiyordu. “Gerçek şu ki zevk düş-
künün edinimleri dünyaya bir tehlike
getirmiyor; bir çeşit oyun denebilir bu
edinimlere.” Belki de kinsiz bir dün-
yada, başka bir dünyada, hıncın gü-
vensizliğin yarattığı bu edinimler de
silinip gidecekti. Suçu çekici kılan ya-
saklar yok edilebilse, şehvetin kendisi
bile ortadan kalkabilirdi. Bu kavram-
lar ortadan kaldırılamıyorsa, yasak-
ların tedavisi nasıl bulunacaktı? Te-
melde tek tek ayrılan öznelere kitle
halinde uygun geldiği iddiasıyla ko-
nulmuş soyut yasaklar bütününün
varlığını sorguluyor ancak bunu is-
yan eden bir deneme şeklinde değil,
zevki ve zevkteki en uç yönelimleri
natüralist bir anlatımla okuyucuya
sunuyordu. Kısacası söylemek iste-
diği şeyi doğrudan değil de yasak-
ların sınırını zorlayan bir abartıyla
öne sürüyordu.
Belki de günün sonunda, bireyden
bireye değer ayrımları olduğu so-
nucuna da vararak herkesin ayrı
olduğu noktaya saygı göstermek
yetecekti. Suçun veya yasakların
betimlenmesindeki çekici nokta; bu
tür yasak ve hoş görülmeyen anlatı-
ları -edebi açıdan- güzel sanatların
bir dalı olarak ele alabilmekti. P
KAYNAK
Sade’ı Yakmalı Mı?, Simone de Beauvoir