Muhammet Ali Munduz
de buna ve insanlığın ilerlemesine katkıda
bulunmuştur. Tıpkı NASA’nın uzay
mekiklerinin iç tasarımlarında 2001:A Space
Odyssey’den ilham almaları ve tasarımında
zorlanmaları gibi.
Bizdeki düşünebilme ve merak
duygusunun bizleri daha da ileri taşıdığı su
götürmez bir gerçek. Tıpkı H.G. Wells’in
1901 yılında kaleme aldığı Aydaki İlk İnsan
kitabının 1964 yılında beyaz perdeye
uyarlanmasının; 1969 yılında aya ilk adımın
atılmasına, uzay keşiflerinin önünün
açılmasına ve insanlık düşünce bulutumuzun
genişlemesine yol açması gibi. Ne olursa
olsun biz içimizdeki düşüncelerimizle
merakımızı kaybetmemeliyiz çünkü bizi
bu günlere getiren merak duygusudur.
İçimizdeki merakı kaybetmedikçe
korkularımızı aşacak ve keşfimiz
hız kesmeden ilerlemeye devam
edecektir.
bir üçgen halindedir. Dolayısıyla merak
duygusu korkuyu daha çok tetiklemektedir
ve bunun da sonucunda korkularımız
üzerine eğilimimiz artmaktadır. Bu da diğer
koşullarla birlikte distopik eserlerin ağırlığını
arttırmaktadır.
Elbette 70 ve 80’lerde farklı olarak
sadece distopya veya ütopyaların ele
alındığı değil hem distopyaların hem de
ütopyaların karışık bir biçimde gerçekçi
olarak oluşturulduğu eserleri göz ardı
edemeyiz ve bu eserlerin genişliği çok büyük
yer kaplamakta olup kendi geleceklerini
oluşturmanın birkaç adım ötesine giderek
kendi evrenlerini yaratmışlardır. Tıpkı Star
Wars ve Star Trek serileri gibi. Bu evrenlerde
her düşüncenin ve duygunun bir boyutunu
gözlemleyebilmekteyiz, aydınlık ve karanlık
gerçek hayattaki gibi iç içe girmiş ve
birbirinden ince çizgilerle ayrılmıştır. Bu
evrenlerin yaratıcıları bu ince çizgilerle gerçek
anlamda evrenlerini bağlarlarken her şeyden
bir motif eklemeyi unutmamışlardır ve
bu da onlara gerçekçi bir alternatiflik
sağlamakla kalmayıp eserlerine
ölümsüzlük katmıştır. Kattıkları tek
fayda bu değildir. Tek düzeliktense
çeşitli şekillerde kimi zaman mantıklı
kimi zaman mantıksız gibi görünen
bir gerçekliğin peşinden gitmeleri