Optimum May. 2019 | Page 45

Muhammet Ali Munduz de buna ve insanlığın ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Tıpkı NASA’nın uzay mekiklerinin iç tasarımlarında 2001:A Space Odyssey’den ilham almaları ve tasarımında zorlanmaları gibi. Bizdeki düşünebilme ve merak duygusunun bizleri daha da ileri taşıdığı su götürmez bir gerçek. Tıpkı H.G. Wells’in 1901 yılında kaleme aldığı Aydaki İlk İnsan kitabının 1964 yılında beyaz perdeye uyarlanmasının; 1969 yılında aya ilk adımın atılmasına, uzay keşiflerinin önünün açılmasına ve insanlık düşünce bulutumuzun genişlemesine yol açması gibi. Ne olursa olsun biz içimizdeki düşüncelerimizle merakımızı kaybetmemeliyiz çünkü bizi bu günlere getiren merak duygusudur. İçimizdeki merakı kaybetmedikçe korkularımızı aşacak ve keşfimiz hız kesmeden ilerlemeye devam edecektir. bir üçgen halindedir. Dolayısıyla merak duygusu korkuyu daha çok tetiklemektedir ve bunun da sonucunda korkularımız üzerine eğilimimiz artmaktadır. Bu da diğer koşullarla birlikte distopik eserlerin ağırlığını arttırmaktadır. Elbette 70 ve 80’lerde farklı olarak sadece distopya veya ütopyaların ele alındığı değil hem distopyaların hem de ütopyaların karışık bir biçimde gerçekçi olarak oluşturulduğu eserleri göz ardı edemeyiz ve bu eserlerin genişliği çok büyük yer kaplamakta olup kendi geleceklerini oluşturmanın birkaç adım ötesine giderek kendi evrenlerini yaratmışlardır. Tıpkı Star Wars ve Star Trek serileri gibi. Bu evrenlerde her düşüncenin ve duygunun bir boyutunu gözlemleyebilmekteyiz, aydınlık ve karanlık gerçek hayattaki gibi iç içe girmiş ve birbirinden ince çizgilerle ayrılmıştır. Bu evrenlerin yaratıcıları bu ince çizgilerle gerçek anlamda evrenlerini bağlarlarken her şeyden bir motif eklemeyi unutmamışlardır ve bu da onlara gerçekçi bir alternatiflik sağlamakla kalmayıp eserlerine ölümsüzlük katmıştır. Kattıkları tek fayda bu değildir. Tek düzeliktense çeşitli şekillerde kimi zaman mantıklı kimi zaman mantıksız gibi görünen bir gerçekliğin peşinden gitmeleri