Çilenin Sancağı: Ortadoğu
Arslan Karadayı
Dünyada suret yorgun. Dünyada akis yorgun. Dünya yorgun, dünya
sakinleri yorgun… Ateş yorgun, su yorgun! Barut yorgun, tüfek
yorgun… Top yorgun, tanklar yorgun… Ses yorgun, sessizlik yorgun…
Toprak yorgun, taş yorgun… Bunca yorgunlukta bir yorulmayan var:
Kabil!
Hangi şehre uğrasa diri, hangi konakta konaklasa Kabilî… Elleri diri,
ayakları diri, kalbindeki et parçası diri; hırsı, kini, öfkesi diri! “kendi”
diliyle konuşan ve “kendi”nden nicesine yer bırakmayan… Hâbil’in
vicdanında boğulup da kendi vicdanını katil eden… Büyük sürgünden
beridir geriye bir türlü dönemeyen… Bir tadıp da dünyayı bir daha bir
daha barutla, ateşle çıkagelen: Kabil!
Ve bir de karınca var. Bunca gürültü arasında tüm ihtişamıyla ayak
sesleri çınlayan… Bir karınca ki bir damla suyu ateşteki İbrahim’e
taşıyarak safını beri tutan…
Bir çiğ tanesiyle cemrenin Aşk’ı gibi havaya, suya ve toprağa karışan…
Bir arının çiçeğe vuslatınca balında Aşk kokan… Yağmurdan sonra
deniz kokusuna karışan toprak kokusunda umut olup havaya
karışan…
Nice karıncalar: nefes nefes şifa dilenen, şifa isteyen.
Hani ezelde büyük sürgünden, ebedde büyük dava gününe uzanan
devranda örümceğin yoldaşlığında sıddık dost duasında sadakate sır
olan…