Hep Yanında Olmak İstiyorum
İbrahim Çolak
Biliyorsun, uzun yıllar gazete dağıttım, yaz kış, soğuk, karlı ve
yağmurlu havalarda, bisikletle ve yürüyerek. Bir manada, sabahın her
türlüsünü gördüm. Bir de, niyeyse, hiç unutmadığım bir görüntü var
zihnimde: Delikanlı yıllarımda Sakarya’dan Trabzon’a giderken, sabah
namazı vakti, Ordu civarında olurduk, otobüsler namaz ve yemek
molası verirlerdi duruma göre. Namazı kılar, sahilin kenarına inerdim.
Bu konuda bir şey okumuş, duymuş da değildim ancak, sanki sabah
namazı vaktinde Karadeniz bile belirgin bir sakinlik içinde olurdu.
Belki de ben yakıştırırdım. Ne diyordum… Sabahın her türlüsünü
gördüm bu uzun yaşamımda. Birkaç yakın dostuma söylemişimdir,
birazcık akıllı olsak, hani o gece vakti bulvarlarda, caddelerde
turlamak yerine sabah saatlerini seçeriz turlamak, volta atmak için.
Ancak niyeyse bizler, bırakalım dışarıya çıkıp sabahın o güzelliğinde
bulvarlarda turlamayı, bırakalım güneşe kadar ayakta durmayı,
namazlarımı çabucak ve hatta ayılmadan kılıp tekrar yataklarımıza
dönüyoruz. Sabahı, bereketi, zamanı heba ediyoruz. Her gün değilse
de sık sık bayram sabahına uyanan çocukluğumuza dönebilir miyiz
diye düşünmüyor değilim Dağlım.
Sabah, gayet şık bir şekilde, ipeksi bir hışırtı ve tütsüsü üzerinde
gelirdi, sen gelirdin. Seni bekliyor olurdum. Elinde birkaç dilim ekmek,
bir avuç zeytin. Deniz, ortasında bir sepet dolusu elmasla, mine çiçeği
gibi masmavi uzanırken, gökyüzünü aşk gibi buğulu bir sevgi sarmış
olurdu. Zayıfsın, yemelisin diyerek, ekmeğin ve zeytinin fazlasını bana
verirdin. Sırtımızı verdiğimiz dağlar, ağırbaşlı görünen ve göğsünde
sırlar saklayan deniz, taze ve nazlı gökyüzü… Dünyanın sevgi ile
dolduğunu düşünür, ağzımızda zeytinin tadı, el ele tutuşurduk.