Okullarımızda da durum pek farklı değil. Bir türlü üstümüzden atamadığımız öğretmen merkezli öğretim bizim kabusumuz. Geleneksel yaşam tarzımızın uzantısı ola¬rak kullandığımız öğretme yöntemidir öğretmen merkezli öğretim. En iyi okulların sınıflarında bile gözlemlediğimiz yöntem. Bilginin tek yönlü olduğu, öğretmenin anlattığı ve öğrencinin de sürekli dinlemek zorunda kaldığı yöntemdir bu. Öğ¬ret¬men öğ¬re¬tir; öğ-ren¬ci öğ¬re¬nir(!) Öğ¬ret¬men ko¬nu¬şur; öğ¬ren¬ci su¬sar. Za¬ten on¬lar¬dan da sus¬ma¬la¬rı bek¬le-nir. Soru soramazlar; akıllarındakini dillendiremezler; fikirlerini – ne olursa olsun – arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle paylaşamazlar. Hemen öğretmenden ihtar gelir “Sana konuşma demedim mi?” ya da “Sana izin verdim mi ki konuşuyorsun?” diye.
Unutmamalıyız ki geleneksel pedagojiler geleneksel davranış biçimleri üretir. Onun için, öğrencilerimizin yaratıcı kapasitelerini, yurttaşlık/vatandaşlık ve hesap verme sorumluluklarını da kuvvetlendirmeliyiz. Yaptığı davranıştan dolayı hesap vermeye alışan çocuk, yarın öbür gün yanlış olduğunu düşündüğü bir davranıştan dolayı başkasına da hesap sormaya alışır. Hesap vermeye alışmamış çocuk ise, sürekli başkalarını suçlar çünkü hiç sorumluluk almamış, hiçbir kararını kendisi vermemiştir. Okullarımızda işbirlikli eğitimin iyice yerleşmesi için hizmet içi eğitimler tertip etmeli ve süreci yakından takip etmeliyiz. Nasıl trafik ışıklarının anlamını ve işlevini – başlarına bir kaza gelmesin diye – çocuklarımıza öğretip alıştırıyor ve ancak ondan sonra sokağa çıkmalarını izin veriyorsak; onların demokratik ortamlarda büyümelerini ve yetişmelerini sağlayıp hayata donanımlı bir şekilde atılmalarına fırsat tanımalıyız.