Natura March - April 2014 | Página 21

M imar kimdir? Bir mimarın birey olarak kamusal alanda varlığının sınırlarını oluşturan neler olmuştur? Klasik çağda bir birey olarak mimarı ‘De Architectura’ başlıklı metniyle M.Ö. I. yüzyılda yaşamış Vitruvius temsil eder. Rönesans döneminde ise mimar ilk kez biyografisiyle ön plana çıkar. Aynı dönemde Türkiye coğrafyasında da Mimar Sinan’ın biyografisinin yazıldığını görürüz. Ancak daha sonra bu coğrafyada mimarlar, birey olarak varlıklarını yitirir, ancak saltanat binalarında ortaya koydukları mimari anlayışlarıyla varlıklarını sürdürürler. Ta ki modern döneme kadar... 19. yüzyılın ikinci yarısı Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir değişimi ifade eder. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı, gayrimüslim azınlıklar için eşit hakları da beraberinde getirir. Sanatçı Tayfun Serttaş, ‘Mimarlar Mezarlığı’ sergisiyle gayrimüslimlerin özgürleştiği bu dönemde fiziksel çevreyi imar edenlere dair bir pencere açıyor. Sanatçı neden bu yarım asrı çalışma konusu olarak seçtiğini şu sözlerle aktarıyor: “O döneme üç kriter üzerinden yaklaşabiliriz: Tanzimat Fermanı ve Tanzimat’ın tanıdığı kültürel haklar; dünyaya uyumluluğun Osmanlı’da yeniden tariflenmeye başlaması, yani Batılılaşma hareketi dediğimiz iki yüzyıla yayılabilecek sürecin had safhada yaşanması ve 1870 büyük Pera Yangını’ndan boşalan arazilerin yeni hayat tarzının gerektirdiği konut tipi olan apartmanlaşmaya açılması... Aslında bu üç olgu ya da üç tesadüf, dünyaya paralel olarak mimari alanda bir tür sivil devrimin yaşanmasını koşulluyordu. Böylelikle modern anlamda yeni bir mesleki zümrenin, birey olarak mimar kimliğinin temelleri atılmış oluyor ve İstanbul’un kentsel dokusu yarım asır gibi kısa bir sürede yeniden şekillendiriliyor.’’ Sanat antropolojisi, kent antropolojisi, azınlıklar, göç gibi çok katmanlı konular üzerine yoğunlaşan ve 2000 yılından bu yana pek çok ulusal ve uluslararası akademik projede çalışan Tayfun Serttaş, 19. yüzyıl İstanbul’unun sanılanın aksine multikültürel bir cennet olmadığını vurgulayarak, ‘’Kimlik gerilimlerinin travma boyutunda yaşanmaya başlanacağı 20. yüzyılın kentsel zenginlikle katmerlenen habercisiydi.’’ diyor. ‘’İmparatorluk batarken, İstanbul gerçek bir zenginlik adasına dönüşüyordu. Siyasal iktidar ise ‘milli’ söylemi sertleştirerek gücünü korumaya çalışıyordu… Bugün de kentte bir para var, uzun süredir olmadığı kadar ciddi bir zenginlikten bahsediliyor. Ardı ardına gelen mimari yatırımlar, hatta müteahhitlikle gözü boyanmış bir toplum var. Sıklıkla sertleşen, kutuplaşmakta beis görmeyen bir siyasi söylem var. Üstelik bugünkü sistemin de birey ile olan ilişkisinde ciddi sorunlar var. Aktörler farklı olsa da, önceki yarım asırın tuhaf bir tekerrürü gibi.” Sergi, Serttaş’ın aynı dönemde inşa edilmiş MİMAR YAZITLARI GÖRSELLEŞTİRME, VEKTÖREL ÇİZİM VE REPLİKA AŞAMALARINDAN GEÇEREK ÜRETİLDİ. (KAYNAK: ISSIZ KENT ÜÇLEMESİ) THE ARCHITECT’S INSCRIPTIONS REMADE AFTER VISUALIZATION, VECTOR DRAWING AND REPRODUCTION STAGES (REFERENCE: TRILOGY OF THE DESERTED CITY). W ho is an architect? What constitutes the identity of an architect in the public sphere as individuals? In the classical age in the first century B.C., Vitruvius first represented the architect as an individual with his text titled “De Architectura”. During the Renaissance, architects came to prominence with their individual biographies. In the geography of Turkey in the same period, the Ottoman architect Sinan’s biography was written as an indication of his identity and idea of architecture. However intriguingly later in the Ottoman period in this same geography architects largely ceased to exist as individuals until the transformations brought on in the modern era. In the second half of the 19th century there were significant changes in the Ottoman Empire that would affect architectural practice. The Imperial Edict of Gülhane in 1839 brought equal rights to non-Muslim minorities as professionals and practitioners. It is regarding this historical change that a recent exhibition by the Istanbul based artist Tayfun Serttaş explores, the identities of Greek, Armenian and Levantine architects working in this period. The exhibition entitled “Cemetery of Architects” at Studio-X in Istanbul, Turkey, exhibited from January 31st - March 28th, 2014, opens new perspectives on the professional activities of these non-Muslim minorities who were active in building the physical environment of 19th century in Istanbul. Serttaş’s work has been concerned with multi-layered issues in Turkey’s past such as methods in urban anthropology, minorities and migration. He has produced MART - NİSAN 2014 / MARCH - APRIL 2014 • NATURA 21