M
imar kimdir? Bir mimarın birey olarak
kamusal alanda varlığının sınırlarını
oluşturan neler olmuştur? Klasik çağda
bir birey olarak mimarı ‘De Architectura’
başlıklı metniyle M.Ö. I. yüzyılda yaşamış
Vitruvius temsil eder. Rönesans döneminde ise
mimar ilk kez biyografisiyle ön plana çıkar. Aynı
dönemde Türkiye coğrafyasında da Mimar Sinan’ın
biyografisinin yazıldığını görürüz. Ancak daha sonra
bu coğrafyada mimarlar, birey olarak varlıklarını
yitirir, ancak saltanat binalarında ortaya koydukları
mimari anlayışlarıyla varlıklarını sürdürürler. Ta ki
modern döneme kadar...
19. yüzyılın ikinci yarısı Osmanlı İmparatorluğu’nda
önemli bir değişimi ifade eder. 1839’da ilan
edilen Tanzimat Fermanı, gayrimüslim azınlıklar
için eşit hakları da beraberinde getirir. Sanatçı
Tayfun Serttaş, ‘Mimarlar Mezarlığı’ sergisiyle
gayrimüslimlerin özgürleştiği bu dönemde fiziksel
çevreyi imar edenlere dair bir pencere açıyor.
Sanatçı neden bu yarım asrı çalışma konusu olarak
seçtiğini şu sözlerle aktarıyor: “O döneme üç
kriter üzerinden yaklaşabiliriz: Tanzimat Fermanı
ve Tanzimat’ın tanıdığı kültürel haklar; dünyaya
uyumluluğun Osmanlı’da yeniden tariflenmeye
başlaması, yani Batılılaşma hareketi dediğimiz
iki yüzyıla yayılabilecek sürecin had safhada
yaşanması ve 1870 büyük Pera Yangını’ndan
boşalan arazilerin yeni hayat tarzının gerektirdiği
konut tipi olan apartmanlaşmaya açılması...
Aslında bu üç olgu ya da üç tesadüf, dünyaya
paralel olarak mimari alanda bir tür sivil devrimin
yaşanmasını koşulluyordu. Böylelikle modern
anlamda yeni bir mesleki zümrenin, birey olarak
mimar kimliğinin temelleri atılmış oluyor ve
İstanbul’un kentsel dokusu yarım asır gibi kısa bir
sürede yeniden şekillendiriliyor.’’
Sanat antropolojisi, kent antropolojisi, azınlıklar,
göç gibi çok katmanlı konular üzerine yoğunlaşan
ve 2000 yılından bu yana pek çok ulusal ve
uluslararası akademik projede çalışan Tayfun
Serttaş, 19. yüzyıl İstanbul’unun sanılanın
aksine multikültürel bir cennet olmadığını
vurgulayarak, ‘’Kimlik gerilimlerinin travma
boyutunda yaşanmaya başlanacağı 20. yüzyılın
kentsel zenginlikle katmerlenen habercisiydi.’’
diyor. ‘’İmparatorluk batarken, İstanbul gerçek
bir zenginlik adasına dönüşüyordu. Siyasal iktidar
ise ‘milli’ söylemi sertleştirerek gücünü korumaya
çalışıyordu… Bugün de kentte bir para var, uzun
süredir olmadığı kadar ciddi bir zenginlikten
bahsediliyor. Ardı ardına gelen mimari yatırımlar,
hatta müteahhitlikle gözü boyanmış bir toplum var.
Sıklıkla sertleşen, kutuplaşmakta beis görmeyen
bir siyasi söylem var. Üstelik bugünkü sistemin
de birey ile olan ilişkisinde ciddi sorunlar var.
Aktörler farklı olsa da, önceki yarım asırın tuhaf bir
tekerrürü gibi.”
Sergi, Serttaş’ın aynı dönemde inşa edilmiş
MİMAR YAZITLARI GÖRSELLEŞTİRME,
VEKTÖREL ÇİZİM VE REPLİKA
AŞAMALARINDAN GEÇEREK ÜRETİLDİ.
(KAYNAK: ISSIZ KENT ÜÇLEMESİ)
THE ARCHITECT’S INSCRIPTIONS
REMADE AFTER VISUALIZATION, VECTOR
DRAWING AND REPRODUCTION
STAGES (REFERENCE: TRILOGY OF THE
DESERTED CITY).
W
ho is an architect? What constitutes the
identity of an architect in the public sphere
as individuals? In the classical age in the
first century B.C., Vitruvius first represented
the architect as an individual with his text
titled “De Architectura”. During the Renaissance, architects
came to prominence with their individual biographies. In
the geography of Turkey in the same period, the Ottoman
architect Sinan’s biography was written as an indication of
his identity and idea of architecture. However intriguingly
later in the Ottoman period in this same geography
architects largely ceased to exist as individuals until the
transformations brought on in the modern era.
In the second half of the 19th century there were
significant changes in the Ottoman Empire that would
affect architectural practice. The Imperial Edict of Gülhane
in 1839 brought equal rights to non-Muslim minorities
as professionals and practitioners. It is regarding this
historical change that a recent exhibition by the Istanbul
based artist Tayfun Serttaş explores, the identities of
Greek, Armenian and Levantine architects working in this
period. The exhibition entitled “Cemetery of Architects”
at Studio-X in Istanbul, Turkey, exhibited from January
31st - March 28th, 2014, opens new perspectives on the
professional activities of these non-Muslim minorities
who were active in building the physical environment of
19th century in Istanbul.
Serttaş’s work has been concerned with multi-layered
issues in Turkey’s past such as methods in urban
anthropology, minorities and migration. He has produced
MART - NİSAN 2014 / MARCH - APRIL 2014 • NATURA 21