KÖŞESİ
gittik. Kapıyı açtığımızda iki öğrenci ellerinde kocaman bir pankart ile karşıladı bizi.
“Aşk’a bir şans ver.” yazıyordu sadece ve altında da Yunus’un ismi vardı. Yine yüzüm
kızarmıştı. Yunus, yavaş yavaş yanıma yaklaşıyordu, kalbimin duracağını sanmıştım.
Hoşuma gitmişti bu güzel sürpriz. Tüm sınıfın önünde eğildi ve “Benimle evlenir misin?”
dedi Yunus. Şaşkınlıktan ölecektim. “Benimle çıkar mısın?” “Arkadaş olabilir miyiz?”
Bunlara benzer cümleler olması gerekmiyor muydu! Yine koşarak uzaklaştım oradan. Ben
bu aşktan koşa koşa kaçacağımı sanıyordum herhâlde.
Okul çıkış saati gelmişti. Tam okulun kapısından çıkacakken biri kolumdan tutup
durdurdu. Yine göz göze geldik. “Konuşmalıyız.” dedi Yunus. Birlikte okulun arkasındaki
parka gittik. Buz gibi havaya aldırmadan oturduk.
“Ben, hemen yarın evlenelim demek istemedim ama içimdeki ses, sana arkadaş olalım
dememi engelliyor. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Aşka bir şans ver, ilerisi çok güzel
olacak, böyle hissediyorum.” dedi Yunus. İçimden bir ses “peki” dedi. Vallahi ben demedim. O
ses nereden geldi, çıktı, işime niye karıştı hala anlamış değilim.
İyi ki de o sesi dinlemişim. Yunus beni hiç pişman etmedi, hiç üzmedi. Herkesin gıpta ettiği
saygı ve sevgi dolu bir aşktı bizimkisi.
20 OCAK 1997
Kar yağmıyordu, etraf bembeyaz ve tertemiz görünmüyordu. Sesi, kokusu, bakışı yoktu
Yunus’un. 20 Ocak 1997 günü hepimizi terk etmişti. Nasıl mı? Bembeyaz karları kırmızıya
boyayarak.
Bana müthiş bir kar topu anısı bıraktı. Aradan 22 yıl geçti. 22 yıldır her kar yağdığında
dışarı koşarım. Bana kar topu atışını tekrar tekrar yaşarım.
“Ben, çok şahane bir aşk yaşadım. Babamın dediği gibi sevdiğimi, sevgiyle uğurladım.
Onu hep güzel andım. Okulun kapısının önünde beklediği yerde bıraktım onu. Asla toprağa
koymadım. Bir gece rüyamda, hayatıma devam etmem gerektiğini söyleyen sevgilimin
sözünü dinledim.”
“ AŞKI YAŞAYIP, KAYBETMİŞ OLMAK, HİÇ YAŞAMAMAKTAN DAHA İYİDİR.”
G
üneşli ve nispeten sıcak bir sonbahar gününde bisikletimi kilitlemek için öne doğru
eğildim; saçlarım yüzüme döküldü ve bir koku doldu ciğerlerime. Tanıdım seni! Soğuk
kokusu bu! Nam-ı diğer kış kokusu... Ki tıpkı bahar kokusu gibi içleri kıpır kıpır eden bir
kokudur kendileri. Evet bir kokusu vardır soğuğun da. Bir şekilde betimleme, bir şeylere benzetme
olanağı bulunmasa da vardır (belki bir şeyler ona benzetilir bir gün). Ve bir şeylerin üzerine siner
bu koku, o sayede duyumsanır sadece. Saçlar, giysiler vs. Böylesi sıcak sayılacak bir havadaki
ziyaretine şaşırdım yalnızca. Güneş sırtımda ve saçlarımda gezinirken, ne işi vardı bilmem. Ama
hoş geldin erken gelen kış kokusu. Balkanlardan mı Sibiryadan mı Çanakkale’den mi yoksa, her
nereden yolunu şaşırıp geldiysen... Şunu bil haksızlık etmişler sana. Bahsetmemişler bile senden.
Oysa bahar kokusundan farkın yok senin -ki hatta belki daha güzelsin.
deniz
3