Kendisini dinleyen her insanı ikna edeceğinden emin yüz hatları vardı. Âteşîn
konuşmasında, “Dinimizi hurafelerden kurtarmalıyız. Bunun yolu da menkıbelerden
kurtulmaktan geçer, dedi ve ekledi: “Allah aşkına Horasan'ın Köpekleri adlı menkıbede
geçen, ‘Bulursak infak ederiz, bulamazsak şükrederiz.’ sözü günümüz modern dünyasına
ve insanına ne söyler? Sanayi devriminden sonra bu kıssaların hepsi ütopik bir hâl
almıştır. Bu menkıbeler paranız olduğunda bize verin, paranızı alıp sizi aç bıraktığımızda
da şükredin demeye çalışan tarikatların bir afyonudur. Temel ihtiyaçlarınızı karşılamadan
kimseye paranızı kaptırmayın, fakirliği asla kabullenmeyin.” Kükrer gibi konuşan bu hoca
haddini aşmış, benim de öfkemi zıplatmıştı. Belki de aydın geçinenlerin ortak
karaktersizliği buydu: tasavvufu tarihselleştirmek, belirli bir zaman dilimine hapsetmek,
zinhar bugün yaşanamayacağına insanları inandırmak. Elimi kaldırıp itiraz edecektim ki,
genç, güzel, şık giyinmiş bir kız ayağa kalkıp “Hocam, bu sözü günümüze şu şekilde
uyarlayabiliriz: Peşin param varsa gider alırım. Yoksa kredi kartına taksit yaparım.”dedi.
Salon kadın erkek kikirdemeleriyle doldu. Hiçbir şey demeden usulca dışarı çıktım. Sessiz
bir köşeye çekilip söyleşinin bitmesini, arkadaşlarımın kahveden dönmesini bekledim.
Beklerken içime bir bakraç sarkıttım. İçimde göle dönüşmüş bir öfke vardı. Sel olup
çağlamasın diye içimdeki öfkeyi sabırla boşaltırken, arkadaşlarımın seslerini işittim. Şen
şakrak yanıma yaklaştılar. Dünya, onlar için bir oyun ve eğlenceden ibaretti ve
mutluydular. Ben ise sadece düşünüyor, alık alık yüzlerine bakıyordum.
Söyleşi bittikten sonra salonun temizliğini yaptık. Temizlik boyunca ben sessizliğimi,
arkadaşlar da gevezeliğini korudu. Eve döndüğümde oğlum henüz uyumamıştı. Üç
yaşında ve okuduklarımdan bir şey anlamayacağını bilmeme rağmen, benim şu ânıma,
çocuğumun geleceğine can verecek, güzel kokular salacak, bizi ihyâ edecek, diriltici bir
nefes olacak Nefahâtü'lÜns'ü ona okumaya başladım.
41