Saydığımız ya da saymadığımız nice vakitleri yaşayabiliriz aslında bu mübarek ayda.
Çünkü Ramazan bereketi denilen şey tam da bu değil mi; az zannettiğin çok olur, bitti
dediğin yeniden başlar, yetmez bildiğin yeter de artar bu ayda. Sen yeter ki Ramazan’ın
bereketinden mahrum bıraktırma kendini.
Geldi Mah-ı Ramazan’ım,
Şad olup sevindi canım.
Diye söylemek nasip olduğunda dillere, gönüllere nasip olanı yaşamak Ramazanı layığıyla
yaşamaya götürür insanı. İşte bu yaşayışla mahrum kalmayız Ramazan’ın bereketinden ve
maneviyatından. Her gönül sahibi, gönlünün gidişatını bilir ve ona göre yol alır hayatta.
Kimi gönüller affedilmeyi, bereketlenmeyi, sabretmeyi, kavuşmayı, istemeyi, beklemeyi,
iman etmeyi, sevmeyi vs. niyaz eder, niyazı ölçüsünde de yolunu seçer. İşte Ramazan odur
ki, yolların en temizine, engelsizine, kısasına ulaştırır insanı. Yeter ki insan, eylemesini
bilsin Ramazan’da; hamd eylemek, yardım eylemek, dua eylemek, sabır eylemek…
bildiklerinden ve yaptıklarından olsun. Ki Ramazanın maneviyatı sarsın gönlümüzü,
ruhumuzu, hanemizi, yolumuzu.
"Ya Rabbi! Recep ve Şaban'ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan'a ulaştır." Duasıyla
bekliyoruz 11 Ayın Sultanını. Sahur ve iftarın manevi coşkunluğunu, nefisleri terbiye
etmeyi, kılınan teravih namazlarının huşusunu, verilecek sadaka ve fitrelerin hayrını
bekliyoruz. En çok da Kuran-ı Kerim’i hatmetmeyi bekliyoruz, Onun indirilişinin başladığı
bu ayda, Onun şükrünü eda edercesine.
Nice manevi güzellikleri barındırıyor içinde Ramazan! Bizim yapmamız gereken, o
güzellikleri kendimize mihmandar etmektir. Gelişiyle bizi sevindiren kutlu misafiri, o
giderken bizden memnun bırakmaktır böylece. “Nerede o eski Ramazanlar!” sitemini
ettirmeden yaşamaktır Ramazan’ı. Mesela eskiden, –Osmanlı’da- Ramazan boyunca iftar
vakitlerinde evlerin kapıları açık tutulur, böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes
istediği eve girerek iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve
iftar için gelenin kim olduğu da sorulmazdı. Bizlere uzak(!) olan bir gelenek öyle değil mi?
Bir düşünelim: Hangimiz, evimizin kapısını açık tutup geleni sorgusuz sualsiz buyur ederiz
soframıza? Osmanlı’nın bazı gelenekleri ulaşmadı maalesef bugüne. Birtakım gelenekler
ne yazık ki geçmişte; kendi güzelliğiyle birlikte geçmişin güzelliğinde kaldı. Evet, böyle
olan güzelliklerin sayısı çok fazla lakin güzel kalabildiğimiz ölçüde güzellikleri sürdürmek
de kârdır hem ömrümüze hem de ahiretimize.
24