Martı Eylül 2014 Sayı 44 | Page 43

Martı Eylül 2014 Mevlana ile Şems, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin tarihin derinliklerinden gelip de günümüz insanının yaralarına derman oluyorlar... Kitapta en çok sevdiğim bu bütünlük oldu... Aşıklar gök kubbe altında bıraktıkları hoş sada ile yaşarlar. Onların kabri kalben hüsn ( güzelliğin merkezidir.) Mevlana Ve Şems dostluk bağından aşk bahçesine varışın örneğini günümüze capcanlı hala taşıyor. Almasını bilen alır. Alamayan da nasipsizliğine yansın. Ferhat aşk- sadıkın etten kemikten temsilcisi. Aşkına vefakâr olmayan utansın. Şirin adı üstünde cilve ve nazdan uzak. Hep niyazda. Aşkın bir adı da kadir kıymet bilmek değil midir? Şirin bu kadrin bekleyen yolcusu. Mecnun mutsuzluğun değil bilakis mutlu olmanın yegane yolunu gösteriyor: Mecnun’a neresini sevdin bunun deyince, sen kadehle meşgulsün, ben içindeki şarapla uğraşırım. “Gel de benim gözümle gör.” Mutsuz olanlara söylememiz gerek, eğer insan mutsuzsa bu dışarıdan birinin sana yaptığı, eşinin yaptığı, karının yaptığı, arkadaşının, annenin, babanın dışarıdakilerin yaptığı ile ilgili değil. Kendi içimizdeki kirlenmişlik bize mutsuzluk getiriyor. Mutsuzluk oradan doğuyor, ama biz adını koyamıyoruz. Mevlana’nın “gel!” çağrısını işte bu nazardan anlamak gerek. O gel derken el ayak kastetmiyor, bir mekandan diğer mekana gelme değil bu gelme. Bu gel daveti” Kendine gel, değişmeye gel, benliğine gel!” 43