kopya fanzin kopya fanzin - 5 | Page 28

26
Robotik Patron, bu akşam işi olduğu için erken çıkacağını, beni eve bırakamayacağını söylüyor. Hattını Kırmızıcell’ den Mavicell’ e taşıyacakmış. Önündeki gazeteden son kez Mavicell’ in fırsatlarını incelerken“ Sence iyi yapıyor muyum?” diye Ocakçı’ ya soruyor. Ben boş bulunup“ aynı otun laciverti Patron” diyorum. Cevabın Ocakçı’ dan geldiğini sanıyor, ceza olarak bu akşam beni eve bırakma külfetini Ocakçı’ ya yüklüyor. Bankadan çektiği kredi ile bir elini 30 yıllığına kahvehaneye kelepçeleyen Ocakçı diğer eliyle tuttuğu kumandayla komut verince dikkatlice biniyorum arabaya; biliyorum ocakçının en iyi arkadaşıdır araba. Daha önce beni eve bıraktığında, çok para verdim, güzel makine dediğini anımsıyorum. Gözüm ön camdaki çıkmayacak lekeye kayıyor, buruk bir gülümseme suratıma yayılıyor. Ocakçının üç ay-acı acı- küfretmesine sebep olan bu leke bizim evin olduğu sokakta top oynayan çocukların marifetidir. Top cama çarpmadan önce nasıl bir çamura düştüyse-sanıyorum Kurbağalı Dere muadili bir çamurdu- camdan lekesi bir türlü çıkmadı. Leke, yalnızca ocakçının küfürlerini değil, o gün düşen jetonun bana yaşattığı çaresizliği de hatırlatıyor:
Ocakçının beni eve bıraktığı, bizim sokağa arabayla girdiğim ilk gün, ilk defa sokakta oynayan çocuklar grubunda değil de oyunu bölen mekanik cisim tarafında olduğumu fark edince gözlerim yaşarmış, görüşüm bulanıklaşmıştı. Bütün bir çocukluk boyunca-ki o sokakta geçmiş ne güzel çocuklukturevden çok sahiplendiğim sokağımıza, oyun alanımıza giren arabalara sinir olmuşumdur. Benim için hiçbir zaman arabanın markası, şekli yahut içinde oturan önem taşımamıştı; araba, daima oyunu saygısızca bölen bir cisim olmuştu. Sokakta oyun oynayan çocuklardan olmak değil de araba olmak o gün fark etmişti. Çünkü kendimi bariz şekilde çocukların yanında hissediyordum, asıl yerim orasıydı; orada olmalıydım, bu aptal mekanik cismin içinde değil! Ama aynı zamanda biliyordum ki artık çok geçti, mekanik kollar beni sarmıştı, o çok sevdiğim sokağa, oyun arkadaşlarımın oyununu acımasızca ve ağır ağır bölerek, bir hapishanenin içinde giriyordum ve anahtarı yapılmamıştı bile. Hayatın en afili golü. O gece evde, yatakta uzanırken, bütün vücudum adem elmamdan ibaret gibiydi; sadece orasını hissediyordum. Bütün kişisel tarihim, isteklerim ve nefretlerim, çaresizliğim orada düğümlenmişti.
Ocakçı’ nın mekanik sesi beni geri getiriyor:“ Senin derdin büyüyememek.” diyor.“ O lekenin olduğu gün de çocuklara küfrettim diye bana ne çok kızmıştın, oysa ben haklıydım, patron bile bana hak vermişti!” Ocakçı’ ya çocukken sokakta top oynayıp oynamadığını soruyorum,“ çocukken ne yaptığım artık fark etmez, koskaca adam olduk! Ama ne fark eder biliyor musun? Osman Abi’ ye istediği şekeri götürmek fark eder, patronun sorduğu soruya istediği gibi cevap vermek