da. Yere bağdaş kurarak oturuyoruz.
Çünkü yere oturmak, çömelmek ya da
bağdaş kurmak, onların boylarını fazla
geçmeden var olmamın, bulabildiğim
tek çözümüydü. Ayrıca, çember halinde oturuyoruz, çünkü, hepimiz birbirimizden ve orta noktadan aynı oranda
uzak oluyoruz. Bu orta noktanın adı zaten sorudur. O soruyu hep birlikte düşünürken, ona eşit mesafedeyiz. Aynı
zamanda yere oturmak da, beden özgürlüğü demektir.
Bedenle ruhu ayrı düşündüğümüzde,
beden özgürlüğü, düşünce özgürlüğüyle aynı yere çıkabilir. Çocuklara o
hareketi yapma özgürlüğünü vermek
gerekir. Büyük düşünürler de yürüyerek, ayaklarına o yürüyüşün
verdiği masajı yaparak fikirler üretiyorlar, bedensel
özgürlüklerini kullanıyorlardı. Çocuğu sandalyeye oturtarak ondan felsefe yapmasını
bekleyemeyiz. Ayrıca, hepimiz
bir tadımlık paylaşıyoruz. Bir
anlamda, özgür ve bir aradayız; sözcüklerimiz de aramızda aynı o
tadımlıklar gibi özgürce dolaşıyor.
Orada ebeveynlerin olmaması çok
önemli; ama onların salondan çıkmasını istemek de bir o kadar zor. Çünkü
yetişkinler için, çocuklara, onların bulunmadıkları bir özgürlük alanı bırakmak, çok radikal bir fikirdir.
Kendini inşa edebilecek
bir eyler yaratmak...
Kafamda bir hedefle gittiğim zaman
başarısız oldum. Örneğin, bu öğretmenler için çok önemli ve gerekli. Kafamızda bir hedef varsa, belli cevaplar bekliyoruz demektir. Siz bir hedefle
gittiğiniz zaman, çocuk bunu kolaylıkla anlıyor ve size, sizin ondan bek-
14
lediğiniz cevabı vermeye çalışıyor.
Zaten, okulun kendinde çözemediği
dram da budur. Çünkü çocuklar okula giderler ve yetişkinlere, zaten yetişkinlerin çoktan sahip olduğu cevapları verirler.
Amaç felsefeyi öğretmek değil, felsefe yapmak ve birlikte tartışmaktır. Fransa’da, felsefeyi isimlerden arındırarak
çocuklara sunduğum için felsefe bölümleri beni çok kınadı. Çünkü, onlara
çocukların Kant, Sartre ve Wittgenstein
gibi isimleri bilmeye ihtiyaçları olmadığını söyledim; çünkü umurlarında değil. Bu isimleri bilmek ve, “Benim çocuğum, geçen gün Wittgenstein’dan söz
ediyordu,” demek sadece yetişkinlere
zevk veriyor. Amaç, Kant’ın adını söyleyebilen yetişkinler değil, eleştirel aklı
kendine kurabilmiş ve kendini inşa edebilecek bireyler yaratmaktır.
Çocuklara Hitler i
’
sormak
!
Çocukların düşünce ve duygularını ortaya çıkarıp, konuşmaya dökmek çok
önemli. Çünkü genel olarak, eğitimde
yazıya verilen öncelik ve retoriğe, konuşmaya, söze verilmeyen o yer, beni
her zaman fena halde çarpmıştır. Çocuklara, “Biliyor musunuz, Hitler Almanya’da nasıl iktidara yükseldi ?” sorusunu
sorduğumda, “Tanklarla, bombalarla,
orduyla, tüfeklerle,” gibi yanıtlar aldım.
Oysa asıl cevap, sözcükler ve söylemler olacaktı.
Bir dili, konuşmayı oturtmazsak, sadece manipülasyonların hedefi ve avı olmakla kalmayız; kendimize hayatta hiç
yer açamayız. Ne zaman ki, Hitler gibi
bir adamın iktidara sözcüklerle, sözle,
söylemle nasıl yükseldiğini anladılar,
o zaman onun adı bir uyanışı simgeledi onlar için.