Vaziyet Mektubu
_
OĞULCAN KÜTÜK
yüzümdeki harın söndüğünü bilmelisin, çok bir şey değişmedi
biraz sakallarım uzadı o kadar. uzun kışımı kapattım nihayet
sırrını hâlâ kimselere söylemiş değilim, o uzun cümleyi
incecik ettim gövdemde… büyük sokaklarda kısa hükümler sürdüm.
uzayan sakallarım değil yüzümmüş meğer
hemen ters yüz ettim üzerimdeki eti,
ters yüz ettim sevgilim, aynı senin öğrettiğin gibi
bu mektubu artık savaşamayacağımı söylemek için yazıyorum
sırtımdaki kabuğu küstürdüm, tekrar bağlanmayacak
oysa benim gölgem bile buraya vuruluydu. yani bir mektupsam yalnızca
bütün bu sözler ceplerimde katlanan taşlardan evlaysa
kapılardan dönmekse yazım, geri gelsin nehirlere yaydığım ağrı
bu çığ devrile devrile bulsun yerini, taşsın içimdeki zehirli buğu
bir kanın vaziyeti çünkü talihim, annemle aynı yaştayım ve
nasılsa öğrendim bıçakların sivrilirken aldığı derdi
bu mektubu sana, artık çiçekleri kimsenin alamayacağını
haber vermek için yazıyorum…
bil ki,
bir taş söküldüğünde bin yıllık yerinden, oyuğunda kalan ne varsa içimdir
buraları sorsaydın eğer çıkrıklar ve raylar derdim
ama hiç kimse bir şey sormuyor. ağzımda büyük bir telaşın anadili
uzunca susmaları belledim, aynı senden öğrendiğim gibi
çünkü ne çıkar uzun uzun konuşsam, anlatsam binbir tasvir
söyledim işte talihim kapından dönerkendir
14