Kaybolan Defterler / zine 7.Sayı: Göç | Page 28

SÜVEYDA FIŞKIRACAK GÖNLÜMÜ SIKSAN SÜVEYDA

TUĞBERK BAHADIRTÜRK
Dört saatlik bir otobüs yolculuğunun sonunda sabaha karşı varmıştım ilçeye. Otogarda beni yeni görev yapacağım Karalar Camii’ nin imamı Veysel Hoca karşıladı. Kendisi çocukluğumda kuran kursundan da hocamdı. Babam yaz aylarında okul tatil olunca beni köyümüzün camisindeki kuran kursuna gönderirdi. Veysel Hoca, emekliliğine yakın müftülükçe bu ilçede görevlendirilmiş, beni de üniversite eğitimim bittikten sonra yanına aldırmıştır. Rahmetli babamdan ona yadigâr kaldığımdan olsa gerek, üstüme çok titrerdir. Sayesinde üniversitede diyanetten burs almış, diyanetin yurtlarında ücretsiz olarak kalmıştım. Hem vefa borcumu ödemek hem de ilk tecrübemi onun yanında edinmek için bu fırsatı değerlendirmek kaçınılmazdı. Daha çocukken üzerime titremiş, beni ülkenin en iyi müezzinlerinden biri olmam için eğitmişti.
Eşyalarımı otobüsün bagajından alıp Renault Toros marka aracına yükleyip, kalacağım lojmana doğru yola koyulduk. Lojmana vardığımızda sabah ezanına yarım saat vardı.“ Hadi evlat” dedi ve ekledi;“ Abdestini tazele de ilk namazının ezanını sen oku.”
Abdestimi aldım, valizden temiz kıyafetlerimi özenle çıkartıp, üzerime geçirdim. Minarenin basamaklarını Habeşistanlı Ümeyye bin Halef’ in kölesi Bilal bin Rebah’ ın adımlarına özenerek çıktım. Bilal-i Habeşi( R. A.)’ a işkence eden Mekkeli müşrikler burada yoktu ama içimde hocama yaraşır şekilde ilk ezanı okuyabilecek miyim endişeleri vardı ve Mekkeli müşrikler kadar zalimdi bu endişeler de.“ İlk ezan” ı böylesine büyük endişelerle okudum. Sabah ezanlarının Bilal-i Habeşi efendimizden miras kalan“ essalâtü hayrun minnen nevm( namaz uykudan hayırlıdır)” kısmı beni hep rahatlatmıştır. Sabahların, inşirahıdır bu cümle benim için. Gönlümüzün ferahlığıdır.
Ezanı okuyup, cemaat ile birlikte ilk namazdan sonra Veysel hocam ile kahvaltıyı yaptıktan sonra istirahat için odama çekildim. Yolun vermiş olduğu yorgunluk ile 2-3 saat kadar uyuyup, iyice dinlendim. Üzerimi değiştikten sonra çarşı ya inip bir kaç öteberi almak istedim. Veysel hoca ile yolda karşılaştırdık ve beni ilçenin esnafları ile tanıştırdı. Eşyaları yüklenip lojmana dönerken gördüm onu. Siyah uzun pardösüsü, siyah çizmeleri, soğuktan korunmak için başına sardığı siyah eşarbı. Bildiklerim sadece o an gördüklerimden ibaretti. Kalbimdeki çırpıntı ise asla iyiye bir işaret değildi.
Lojmana dönüp eşyalarımı yerleştirdikten sonra avluda Veysel Hoca ile oturup hasbıhal ettik öğleye kadar. Vakit girince namazımızı kıldık, eski günlerdeki gibi Kuran-ı Kerim okuyup ibadet ettik. Sakallarımı çenemden tutup sıvazladıktan sonra alnımdan öptü. Gözünden süzülen tek damla yaşın sebebini, gönlümde hissettim.“ Gurur duyuyorum seninle, evlat. Kendini çok iyi geliştirmişsin. Beni asla yanıltmadın.” dedi. Göğsümün üstündeki elimi kavrayıp, iki elinin arasına aldı.“ Gurur duyuyorum, seninle.” diye bitirdi sözlerini.
Aramızdaki bağ Hoca-Öğrenci, İmam- Müezzinden çok, baba-oğul gibiydi. Veysel hoca hiç evlenmemiş, çocuğu da olmamıştı. Kendisini İslam Bilimine adamış, tepeden tırnağa dolu bir insandı. Tasavvuf ilmine olan ilgisi ise de fevkalade bir yaşam biçimine dönüşmüştü adeta. Üniversitede kendisi ile tasavvuf hakkında epeyce mektuplaşmış ve sohbetler etmiştik. Kendisinden öğrendiğim bu ilim sayesinde benlik vasfından ayrılmış, nefsimi köreltmiş ve kendimi tamamen onun gibi İslam Bilimi ve Tasavvuf ilimine yöneltmiştim.
Bana tembihlediği hususlar hakkında araştırmalarımı yapmak için ilçenin tek ve orta boyutundaki kütüphanesine gittim. Böylece daha önce edilmediğim kaynaklardan da yararlanacak ve araştırmalarımı sürdürebilecektim. Amerikalı yazar ve tasavvuf erbabı Muhyiddin Şekur’ un da ilçeyi ziyaret edip, Veysel hocamla hasbıhal ettiğini kütüphane görevlisinden öğrendim. Veysel hocam bu tarz konularda, sormadıkça anlatmayacak kadar mütevazı biriydi çünkü. Araştırmalarımı yapmak için raflardan özenle seçtiğim kitapları masaya yerleştirip, kalemimi ve kağıdımı hazırlarken kapının aralandığını fark ettim. İçeriye giren ise siyahlar ardına gizlenmiş, çarşıda gördüğüm genç kadındı. Elinde yarım düzine kitap, kütüphanenin arka taraflarındaki bir masaya ilişti. Beni görmemiş olduğundan rahatça gözlemliyordum. Yıllarca nefsimi bu yönde köreltmeye çalışmış olsam da, gözlerimi ondan alamadığımı fark ettim.

22

7. Sayı Göç