sustuk. Söyleyecek tek bir söz bulamıyordum. Üzüldüğümü söylesem yalan söylemiş olurdum, mutlu
da değildim. Benim için hiçbir ifade etmeyen bir adamın ölüme gidişinden bir parça izliyordum. Ses-
sizliği bölen yine İbrahim’in hırıltılı sesi oldu:
“İçerde kitaplar var, almak istediğin varsa al.”
“Sağol, teşekkür ederim. Ama bugün eve uğramayacağım, yanımda da taşıyamam.”
İbrahim küçümsemeyle yüzüme baktı.
“Sen okuduğun lisenin, askerlik yaptığın kışlanın kütüphanesinden kitap çalan adamsın, benden bir
parça, bir hatıra kalsın diye almanı istiyorum!”
Beni köşeye kıstırmıştı. Yıllardır kimseden hediye almamaya gayret ediyor ve bunu da layıkıyla yerine
getirebiliyordum. Sebeplerim vardı. Birtakım psikiyatrik seanslara kaynaklık etmiş birkaç sebebim.
“Güçlü bir hafıza büyük bir lanettir” diye bir söz vardır bilir misiniz? O sözü ben en sıradan hücre
parçacığıma kadar yaşıyordum. Geçmişe dair her detay beni yiyip bitiriyordu. Bana herhangi bir x şe-
yini hatırlayan her y şeyi eşittir acı şeklinde formülize edebilirim. Sorunumun ne olduğunu anlayacak
kadar sabır göstermemiştim hiçbir çözüm yoluna.
Ama şimdi köşeye sıkışmıştım. Kendimi gidip odanın öteki ucundaki kitaplıktan bir kitap seçmek
mecburiyetinde hissettim. Ayağa kalktım, ağır adımlarla kitaplığa gidip kitapları incelemeye başladım.
İbrahim’in gözlerini üzerimde hissediyordum. Her hareketimi, hatta nefes alışımı bile izlediğini duyum-
suyordum.
Kitaplığım ilk üç rafındakiler hoşuma gitmedi. Eğilip son iki rafa baktım ve gözüme ilişen bir psikoloji
kitabını çektim aldım. Büyük ihtimalle hayatım boyunca okumayacağım kitaplardan biri daha elimdey-
di. Yerime giderken İbrahim kitabın kapağına bakıp düşündü.
“Hayatın anlamı konusunda ne kadar düşündün?” dedi.
“Bilmiyorum, ölçmedim. Ama yaklaşık on altı on yedi yaşımdan beri canım sıkılıyor.”
İbrahim içini çekti, konuşmak için kendini zorladığı belli oluyordu.
“Canının sıkılmasıyla ne alakası var?”
“Bence,” dedim “en tanrısal duygu can sıkıntısı. Eğer bir tanrı varsa ve az çok kendinden bir şeyler
kattıysa bize, bence bu can sıkıntısıdır.”
“Neden öyle olsun?”
“Çünkü” dedim “kimse durduk yere bir evren yaratmaz, bu önemli bir can sıkıntısının göstergesi ben-
ce.”
İbrahim gözlerini tavana dikti. Yüzünde yine o tuhaf acı ifadesi vardı. Bu aralık annesi gelip hafif aralık
olan kapıdan içeri baktı, yüzündeki ifadeyi tarif edemem. Acı ya da ıstırap dolu bir ifade olduğu için
değil, kadının yüzünde hiçbir ifade olmadığı için. İbrahim’e “Geçmiş olsun, yine gelmeye çalışırım.”
deyip çıktım evden, yanımda İbrahim’in hatırası kitap vardı. Yolda İbrahim Uyar’a ve uyumlu hayatına
dair bir iki not kaydetme ihtiyacı duyuyorum telefonuma:
“Bir zaman oldu, kimse aramaz oldu İbrahim Uyar’ı, o bu duruma da uyum sağladı. Kimsenin yokluğu-
nu duymadan geçirdi kalan ömrünü. Şimdi otuz beşinde ve hâlen aynı evin aynı odasında aynı yatakta
yatıyor, ama bu sefer dahiliye branşına giren ağır bir hastalığı var. Arada annesi gelip ölüp ölmediğini
kontrol ediyor. O da uyumlu bir kadın, hiç yadırgamıyor sanki ve yüzünde acı çeken bir anne ifadesi
yok.”
15