II
Göçü gördüğüm yerde beklerim bütün develerden: Durun!
Kabemiz artık gözkapakları yaralı çocuklar
Kabemiz ayaklarına silsile toprak
Kabemiz, unutulmuş bir dilin ağladığı ağu
Gözlerimize mil çektik, kabemiz artık sunu
Şimdi bir ben bilirim, bir o çocuklar mangiko mou,
N’oldu da size bir seher vakti
Düştü perçeminiz gül yüzlü yarin çehresine
Kriminal sokaklar bizim, tekinsiz vücutlarımız biz
Bir devrin gölgesi, dönük yüzü ziyanlara
Zından gibi yüreklerde sevgi sözcükleri hep kırıntı
Yılanın geldiği süt, memelerimizden akar durur da
Maveralarını göremez kimse
O çocukların hind kumaşı alnında
Acının döşünün ortasına zülfikar ile
Çekilmiş o büyük sınır, sövgüsü kutsal zihnin
İkiz kardeş gibi, bir sustalı gibi
Hangi tapınakta hangi kötü dua okundu da
Hangi yıldız altında doğdu bu köhne çocuklar
Sınırlarınız faça attı yüzlerine
Yüzleri daha gençken bu yüzden vakıftır
İhtiyarlığın çizgilerine
III
Biz sizin virane ettiğiniz cennetten
Bülbül olup da uçtuk, geldik
Sizi bizden şimdi ancak deniz
Suratta silinmesi namümkün bir yara gibi
Ayıracaktır, her aynaya bakınca
Hatırlanacaktır,
Her hatırında dikişleri daha da tutmayacak
Başkentlerinizde bize yer yok
Satranç tahtanız eğilmiş, suları
Mitolojik kahramanlar gibi gürüldeyen nehirlerimize akar
Kanaviçe gibi kir işlemiş kadınlarınız yüzünüze,
Kaşlarınız hep bize doğrulur sekmez bir kurşun gibi
Anlatın bize,
Ne zaman açılır kaosun çiçekleri, dönemezsek evlerimize geri?
Yıktığınız, harap ettiğiniz oyun bahçemizde
Korkuluklar niyetine kuşlarımız bekler şimdi
IV
Gözkapaklarının altında bir uyku yarası
Taze güller gibi kokuyor rüyaların, durmadan
Çocuklar, çocuklar, çocukları kim bilir?
Çocuklar, Kuran’ın yalnız yaldızlarına nakşedilen devran
24/2/17 Londra
GÖRSEL: STOCK
7