‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
5- Ne olur, oradaysan ve dizlerimdeki kabuğun en az senin kadar büyüdüğünü anladıysan
konuş benimle. Geçmiş gün tümörünü ve kinini eritemediysem, bunu başarısız sulu
şakalarımın çözemediği katı espriler olarak farz et ve konuş benimle. Bir şans daha’lık
bir şeyler olmadığını bilen ama misketlerini göstermek için hâlâ peşinde olan bir çocuk için
yüzünü dön... Konuş benimle...
Her ne olduysa, içinde duramayan bu şeyin eskilere ait olduğunu
anladı. Yazdıklarındaki sapmalar açıkça görülüyordu. Bunları balıklara
yazmamıştı. Balıklar içinde susmuş bir yükün mührüydü...
Bunca zaman yazan, soran, merak eden, belli bir cezbeyle bir şeyin ardına
düşmüş kaç kişi insanın şu muamma iç âlemini konuştu? Kaçı zihinden
bahsederken kendine yakalandı? Kaçı o bilinmezleri; kütüphane, oda, otel
olarak adlandırdı hatıralarında bocalarken. Hepsi de derindeki bir perdenin
varlığına müptela olmamış mıydı en başta?
Çektiği fotoğraflar, kahvesini bitirdiği bardağı, kurduğu bağdaşın içindeki
çizgisiz defteri ve yazdığı bu altı maddeyi çektiği resimlerin son altısına
birer birer yazmak için elindeki kalemi hazırda bekliyorlardı. Oysa bir
an bekleyip paragraf başı yaptı ve ‘’Hafızasında dışlanmış biri olmaktan
korkuyorum.’’ yazdı. Bununla birlikte artık açıkça kabullenmiş oluyordu;
gerçekten de yazdıklarındaki sapmaların işaret ettiği şey, hâlen daha
ağırlığını hissettiği şeydi... Buradan ayrılan sevgili.
İlletli zamanlar... Siz ona ne derseniz deyin olacağa ilerleyen zaman...
Bitmeyecek gibi hissettiren nekahet dönemi canı