Kalabalık Dergi Kalabalık Shi | страница 2

‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa, kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’ Gözleri birden gümüş kesildi, ay gibi... İfadesi düştü yüzünün… Ağırlaşan gövdesini tutmak için anî bir hareketle elini yanağından çekti. Kollarını kenetleyerek sardı onu, canından can vermek ister gibi sarıldı… Tam o anda çevredeki diğer insanların yükseldiğini gördü. Neler oluyordu? Rüya olmalıydı, değil mi? Tabi ya, rüya… Fakat rüyadan ayrı başka bir sıkıntı daha hissediyordu, rüya diye rahatlatamadığı başka bir sıkıntı… Kucakladı onu, ayağa kalktı. Evet! Kesinlikle rüya olmalıydı, yoksa nasıl bir balon taşırmış gibi hafif olabilirdi kollarında. Zihni bu atmosferin gerçekçiliğini öyle reddediyordu ki, rüya denen o eski deneyimine yormaya devam ediyordu olanları. Fakat başka bir sıkıntı daha vardı ve belki aynı sebepten bünyesi de, vermesi gereken tepkileri uyandırmamıştı, başka bir sıkıntı daha... İnsanlar sessizce havalanmaya devam ederken, gözleri dünya dışı formlar aradı. Belki burada istila edilecekti dünya… Her bir insan öylece yükseliyorken sayıları giderek fazlalaştı. Kısa bir süre sonra anladığı şey, koca bir deprem gibi sarstı aklını, diğerleri gibi yükselmemesi için onu taşımıyor, tutuyordu! Kolları gitmemesi için siperdi… O kadar garip bir zamanda oluyordu ki her şey, bir bütün oluşturamıyordu. Birbirinden bağımsız cümleler arka arkaya dizilmiş gibiydi, belki bu yazı bile… Sanki zaman kopuktu... Sürekliliği bozulmuş olabilir miydi? Bağımsız bir birliktelik vardı zamanda… Bir önceki an bir sonrakini sonuçlandırmak yerine sebepsizleştiriyordu. Sayı doğrusundan kopmuş sayılar gibi aynı hat üzerindeki ‘’anlar’’ başıboş dolaşıyor, birbirlerini itip çekiyorlardı. Zamanda bir sıkıntı vardı, daha önce bildiği gibi akmıyordu, bir dakika, işte bulmuştu! Rüya diye rahatlatamadığı sıkıntısı zamandı! Sıkıntı zamandaydı ve içini işgal ediyordu… Konuşmak istedi onunla, bulduğunu anlatmak... Yanlış olan şeyi ona söylerse her şey düzelebilir miydi? Yanlış olan neydi? O baygındı! Baygın mıydı? Yoksa… Ah! Saçmalıyordu, bu bir rüyaydı, ne çabuk unutmuştu! Rüyada çok fazla düşünmek, seni girdiğin alemle bir mi eder sanki! Gümüş kesen gözlerine baktı, iki küçük ay gibi duruyorlardı… Neler olduğunu anlatmak için başını yüzüne yaklaştırdığı anda, eli, kollarının arasından sıyrılıp yükseldi. Bileğinden tuttuğu sırada gördüğü harekete ürktü, işaret parmağıyla başının arkasını gösteriyordu! Bunu görür görmez gözlerini saptırdı ve diğerlerini fark etti, hava da süzülen insanlar da aynı haldeydi, hepsi işaret parmaklarıyla aynı yeri gösteriyordu, başının arkasını… Gösterilen yere, arkasına dönerken bütünüyle irkildi, göreceği şeyin azametini seziyordu. Teninin içinden dışarıya doğru minik iğneler battı, baştan aşağı… Ay, düşüyordu… Birden koşmaya başladı, her şeyin suçlusunu bulmuş gibi ay’a doğru koşuyordu… Zaman da bunun için mi rayına oturmuyordu? Yoksa bu kopuk anlatının sebebi de mi buydu? Bu nasıl detaysız kalırdı, ay, düşüyordu… Koşuyordu, uykusuna başkaldırı niteliğinde… Yavaşça aşağı doğru süzülen ay’a doğru koşuyordu, rüyanın sonu orası olabilir miydi?… Neden diğerleri gibi yükselmemişti? Böyle koşmak için mi? Öyleyse doğru yolda mıydı? Koşmaya devam ederse rüyası böylece mi sonlanacaktı? 2