‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
Gözleri birden gümüş kesildi, ay gibi... İfadesi düştü yüzünün… Ağırlaşan
gövdesini tutmak için anî bir hareketle elini yanağından çekti. Kollarını
kenetleyerek sardı onu, canından can vermek ister gibi sarıldı…
Tam o anda çevredeki diğer insanların yükseldiğini gördü. Neler oluyordu?
Rüya olmalıydı, değil mi? Tabi ya, rüya… Fakat rüyadan ayrı başka bir
sıkıntı daha hissediyordu, rüya diye rahatlatamadığı başka bir sıkıntı…
Kucakladı onu, ayağa kalktı. Evet! Kesinlikle rüya olmalıydı, yoksa nasıl
bir balon taşırmış gibi hafif olabilirdi kollarında. Zihni bu atmosferin
gerçekçiliğini öyle reddediyordu ki, rüya denen o eski deneyimine yormaya
devam ediyordu olanları. Fakat başka bir sıkıntı daha vardı ve belki aynı
sebepten bünyesi de, vermesi gereken tepkileri uyandırmamıştı, başka bir
sıkıntı daha... İnsanlar sessizce havalanmaya devam ederken, gözleri dünya
dışı formlar aradı. Belki burada istila edilecekti dünya… Her bir insan
öylece yükseliyorken sayıları giderek fazlalaştı. Kısa bir süre sonra anladığı
şey, koca bir deprem gibi sarstı aklını, diğerleri gibi yükselmemesi için onu
taşımıyor, tutuyordu! Kolları gitmemesi için siperdi… O kadar garip bir
zamanda oluyordu ki her şey, bir bütün oluşturamıyordu. Birbirinden
bağımsız cümleler arka arkaya dizilmiş gibiydi, belki bu yazı bile… Sanki
zaman kopuktu... Sürekliliği bozulmuş olabilir miydi? Bağımsız bir
birliktelik vardı zamanda… Bir önceki an bir sonrakini sonuçlandırmak
yerine sebepsizleştiriyordu. Sayı doğrusundan kopmuş sayılar gibi aynı
hat üzerindeki ‘’anlar’’ başıboş dolaşıyor, birbirlerini itip çekiyorlardı.
Zamanda bir sıkıntı vardı, daha önce bildiği gibi akmıyordu, bir dakika,
işte bulmuştu! Rüya diye rahatlatamadığı sıkıntısı zamandı! Sıkıntı
zamandaydı ve içini işgal ediyordu…
Konuşmak istedi onunla, bulduğunu anlatmak... Yanlış olan şeyi ona
söylerse her şey düzelebilir miydi? Yanlış olan neydi? O baygındı! Baygın
mıydı? Yoksa… Ah! Saçmalıyordu, bu bir rüyaydı, ne çabuk unutmuştu!
Rüyada çok fazla düşünmek, seni girdiğin alemle bir mi eder sanki! Gümüş
kesen gözlerine baktı, iki küçük ay gibi duruyorlardı… Neler olduğunu
anlatmak için başını yüzüne yaklaştırdığı anda, eli, kollarının arasından
sıyrılıp yükseldi. Bileğinden tuttuğu sırada gördüğü harekete ürktü, işaret
parmağıyla başının arkasını gösteriyordu! Bunu görür görmez gözlerini
saptırdı ve diğerlerini fark etti, hava da süzülen insanlar da aynı haldeydi,
hepsi işaret parmaklarıyla aynı yeri gösteriyordu, başının arkasını…
Gösterilen yere, arkasına dönerken bütünüyle irkildi, göreceği şeyin
azametini seziyordu. Teninin içinden dışarıya doğru minik iğneler battı,
baştan aşağı… Ay, düşüyordu… Birden koşmaya başladı, her şeyin
suçlusunu bulmuş gibi ay’a doğru koşuyordu… Zaman da bunun için mi
rayına oturmuyordu? Yoksa bu kopuk anlatının sebebi de mi buydu? Bu
nasıl detaysız kalırdı, ay, düşüyordu… Koşuyordu, uykusuna
başkaldırı niteliğinde… Yavaşça aşağı doğru süzülen ay’a doğru koşuyordu,
rüyanın sonu orası olabilir miydi?… Neden diğerleri gibi yükselmemişti?
Böyle koşmak için mi? Öyleyse doğru yolda mıydı? Koşmaya devam ederse
rüyası böylece mi sonlanacaktı?
2