Kalabalık Dergi Kalabalık Dergi 5. Sayı | Page 28

Ekim 2013 Edebiyat Dışı [email protected] fazla ve ne bir atom eksik - kimyevi cisim erirse, aynı surette belirli bir sosyal ortamda, bireysel ve fizik şartlar içinde belirli sayıda suç işlenir, ne bir sayı eksik ne bir sayı fazla. O halde ceza da kendisine tanınan etkinliğe sahip değildir. Suçluları, suç işlemeğe götüren sebep ve etkenler bunların karşılıklı etkileri arasındaki sabit ilişkiler evrensel gerekirciliğin (determinizm) ispatıdır. Yaşayan varlık, protoplazma halinden, en gelişmiş şekline kadar sırf kendi varlığı için savaşır. Ceza sorumluluğunun esası sosyal sorunluluktur. Suçluların, toplum içinde yaşamaları ve eylemleri ile ona zarar vermeleri veya tehlikeli bulunmaları dolayısıyla sosyal sorunlulukları vardır ve ceza vermek hakkı toplumun savunma esasına dayanır. Kriminolojinin tarihçesinde Tarde, Mezger ve Exner’in de önemli yerleri bulunduğunu ifade etmeliyim. 1920 ve 1930’larda yeni Çağdaş Suç Bilimi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde suç teşkil edici davranışı izah bakımından iki aslî görüş öne sürülmüştür. Bunlardan birincisi, Sigmund Frued’un teorilerinin etkisi ile, suçu kişinin ruh yapısında mevcut olan gerilim ve ihtilatların sembolik bir ifade tarzı saymıştır. İkinci izah tarzı ise, sosyologların etkisi ile suçu bireyin içinde yaşadığı ortamın bir sonucu gibi ele almak olmuştur. Halen de bu iki esas görüş kriminoloji alanında egemendir. Suçluluğun sosyolojik görünümünün incelenmesi, 20. yüzyılda geniş ölçüde bir Amerikan yaklaşımı olmuştur. Sutherland, Sellin, Cohen gibi yazarlar suçun oluşmasında öğrenme, kültür çatışması, suçlu alt kültürünün etkileri üzerinde durdular. 1960’lardan sonra suç sosyolojisi, geniş ölçüde yerini “sapma sosyolojisine ve interaksiyonist okul”a bıraktı ve sonra “radikal suç bilimi” akımı ortaya çıktı. 1960’lara doğru özellikle Amerika’da, suç teşkil eden davranışların temellerine ilişkin genellikle kabul edilmiş varsayımları değiştirmek amacını güden yeni bir takım gayretler ortaya çıktı. Suç bilimine dair teori, metod ve uygulamalar yeni bir takım araştırmaların konusu haline getirildi; bazı sosyologlar bu yeni yaklaşımı “Radikal Suç Bilimi” olarak adlandırdılar; bazıları ise “Eleştirisel Suç Bilimi” dediler. Bu yeni görüş sınıflı bir toplumda Ceza Kanununu, iktidarda olanların diğer azınlık gruplarını kontrol etmek üzere kullandıkları bir araç olarak gördüklerini belirtmeliyim. Suç Biliminin bir bilim dalı olarak gelişmesinde 1885 yılından itibaren toplanmış olan Suç Antropolojisi kongrelerinin de önemli yeri olmuştur. I. Dünya Savaşının sonucu yaşanan duraklamadan sonra 1934 yılında Benigno di Tullio tarafından “Milletlerarası Suç Bilimi Derneği” kuruldu ve ilk Milletlerarası Suç Bilimi Kongresi 1938 yılında Roma’da toplandı. 1949 yılında Paris’te Milletlerarası Suç Bilimi Derneği kurulmuş ve ilk olarak 1950 yılında Paris’te II. Milletlerarası Suç Bilimi Kongresi toplanmıştır. 1955 Londra ve 1960 La Haye Kongrelerinde Milletlerarası Suç Bilimi Komisyonunun kurulması mümkün olabilmiştir. Bundan sonra her beş yılda bir bu kongreler toplanmaya devam etmiştir. Avrupa Konseyi de 1960’dan bu yana her yıl Suç Bilimine dair araştırma konferansları ve toplantıları tertiplemekte bunlara sunulan raporlarla birlikte, tartışma tutanakları yayınlamaktadır. Ülkemizde ise ilk olarak, 1943 yılında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Suç Bilimi Enstitüsü kurulmuş ve 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde Suç Bilimi eğitimine başlanılmıştır. Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer Suç Biliminin Türkiye’deki ilk kurucusu ve eğitimcisidir. Arkın GELİŞİN 28 Kalabalık