Kirve Doğan’ın Kitabı
[email protected]
on yedi şubat 2013
pazar
Kahveye dalmışlar. Mafyaymış bunlar. O kitabı almasaymış, alimallah yok ederlermiş onu; yok olurmuş
yok. Tabii bu Kirve Doğan’ın o kırçıl başının bir uydurması ya da zehirli dilinin o iki delikanlıya attığı kuru
hem de kupkuru iftirası da olabilir. Seniye karısının demesine göre öyleymiş de. Demesi de şu; bunlar mafya
olacak da ben de göreceğim bırt cırt, mafya olsalardı alınlarından öperdim vallahi, ağzıma kurban olsunlar,
bunlar gibileri kapımın köpeği. Bu ikisi sümsüktür. Kara kuru olanı dul Remziye’nin oğludur. Okumadı köpek.
Anası hanım kadındır. Ama oğlan köpek oldu işte. Bak şimdi de giymiş yağlı takımları, adam saydırıyor
kendini. Mafya kim bu kim? Öbürünü hiç sormayın. O benim rahmetli kocacığımın yeğenidir. Olmaz olsaydı.
Sümsük ki ne sümsük. Karıncayı koy ayağının altına, ezerse ne olayım. Üstünden atlar vallahi. O kadar
adam değil işte. Yok anam yok; bunlar onlar. Bunun dediğine bakmayın siz. Korkmayın. Mafya değiller.
Sanki gerçeği ama yalnızca gerçeği söylemek Seniye karısına kalmış da o da bunu söyleyip görevini yerine
getirmiş gibi gururla çenesini yukarı kaldırıp sustu. Söylediklerinin daha doğrusu sahibi olduğu o gerçeğin
kalabalık üstündeki etkisine şöyle bir iki saniye baktıktan sonra herkese arkasını döndü. Sarı elbisesinin
siyah kemerine değen memelerinin altından çıkan ılık ekşi kokunun refakatinde; artık ne kadar savrulabilirse
işte o kadar savurarak o kınalı kırmızı yün saçını, çekti gitti. Kibirden, kendini deli beğenmişliğinden olma
sertlikte bir sağ bir sol yaptığı sarkık kalçalarının arkasından bakakaldı kalabalık. Şaşkına dönmüş kalabalığın
imdadına Kirve Doğan’ın okkalı tükürüğü yetişti. Silkinip kendilerine geldiler. Tükürük Seniye karısınaydı
tabii. Orospu kocakarı. Benden iyi mi bilecek mafyayı? Deli dul da mafya uzmanı olmuş başımıza. Adamların
siyah takımları vardı, bellerinde de kabarıklık. Tabancayı boyunlarına takacak değillerdi herhalde. Bu karı
da konuşsun dursun. Ardından bir okkalı tükürük daha. Bu tükürük yüzünden değil, sokağın başından
kepçesi görünen bir iş makinesi canavar gibi üstlerine yürüdüğünden, kalabalık istemeye istemeye dağıldı.
Kim öle kim kala, kim doğru kim yanlış; neyse ne. Çok keyifliydi bağırışı çağırışı dinlemek, bağıranı çağıranı
seyretmek. Tüh sana makine. Nereden çıktın makine? Sen çıktın da az önce kıyameti koparan kadın nereye
girdi? İşte de orada kadın; bakkalın önündeki kaldırıma oturmuş soluklanıyor. Yoruldu tabii. Az bağırmadı,
Kirve Doğan’ın yüzüne yetişip onu parçalamak için kısa boyunu az zıplatmadı. Dinlenirken ağlamaya da
başladı. Susunca da başını iki elinin arasına alıp kös kös yere baktı. Para bu para. Giden para hem de. Ne
uğruna? Bir hazine kitabı uğruna. Boşuna mı onca emek, milletin pasaklı evini temizlemek. Kocaya parayı
pul etmek kolay tabii. Akşama kadar kahvede pişpirik oynayana ne gam ama. Ben biriktirdim o parayı. Evler
temizledim de biriktirdim. Temizledim. Temiz temiz yaşamak için de parayı gizledim. Çalışmadan zengin
olmayı kafaya koymuş işte. Kirve Doğan ocağın batsın. Bir akılsız koca bendeki, senin peşinden gitti diye o
da senden beter olsun. Olduk da zaten. Beş kuruş kalmadı, mahvolduk mahvolduk. Hazine kitabı bir daire
parası. Fakir fukaraya daire parası, dünyanın yarısı. Bu yarım için insanın daha kırkına varmadan karnı çatlar
vallahi billahi. Biriktir ki bir dairen olsun. Biriktirmeyle oluyordu da sanki. Ummuştum işte. Al sana umut
etmenin cezası. Hazine kitabınız yerin bin kat dibine girsin. Dertli kadın, kitabın içine yine etti edeceğini. Kız
seni az önce giden şu koca karı azarlamadı mı kadın ağzına öyle pis laf yakışmıyor diye. Seniye böyle lağım