Özgürlük Araştırmaları Derneği’ nin girişimi kapsamında“ Türkiye’ de rekabet hukuku ve otoritesinin şeffaflığı ne düzeyde acaba?” diyerek başladığımız projemizi yakın zamanda Düzenleyici Otoritelerin Şeffaflığı: Türkiye’ deki Rekabet Soruşturmalarının Şeffaflığı Üzerine Bir İnceleme ile sonlandırdık. Dünyada olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de düzenleyici kurumların sayısı ve gücü giderek artıyor, buna paralel olarak artan gücün yarattığı sorunlar giderek daha fazla tartışılır hale geliyor. Ülke, düzenlemelerin etkinliği ve adaleti açısından diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça gerilerde ve geriye doğru gitmeye devam ediyor. Bu nedenle, Türkiye’ de düzenlemelerde reform ihtiyacı bulunuyor ve bu ihtiyaç giderek artıyor. Bu çerçevede düzenlemelerin etkinliğini değerlendiren çalışmalar kritik öneme sahip. Araştırmayı yürütürken hem bir ankete dayalı olarak paydaşların algılarını, hem de yasalara ve örnek olaylara dayanarak araştırmacıların tespitlerini inceledik ve rekabet alanındaki düzenlemelerdeki sorunların neler olduğu, paydaşların bu sorunları nasıl algıladıkları ve bu alanda şeffaflığı geliştirmek amacıyla neler yapılabileceği sorularına cevaplar bulmaya çabaladık. Bununla birlikte regülasyon süreçlerinin rekabetin kurumsallaşması için bir araç olduğunun göz ardı edilmemesi gerekli olduğu ve rekabeti yerleştiren bir regülasyon otoritesinin zaman içerisinde kendisini küçültmesi beklentisi, varılan en dikkat çekici sonuçlar oldu. |
DÜZENLEYICI DEVLETIN YÜKSELIŞI 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, liberal ekonomi lehine güçlü argümanların oluşması ve bunların devletler tarafından destek görmesi, daha serbest bir piyasa ekonomisi yaklaşımının benimsenmesine yol açtı. Bu politikaların doğal bir sonucu olarak, Adam Smith’ in ortaya koyduğu görünmez el teorisinde yer alan devletin müdahalesi bir nebze de olsa ortadan kalkmış, piyasalardaki aksaklıkların piyasanın kendisi tarafından, kendi içerisinde çözülebileceğine ve çözülemese dahi en iyi yöntemin bu olduğuna ilişkin akım, özellikle iş dünyasında kabul görmeye başladı. Nitekim bu durum, Chicago ekolünden de gelen ekonomistlerin ileri sürdüğü argümanlar ve kanıtlarla desteklenmeye çalışıldı. Buna karşın, bu süreçte hiçbir devlet müdahalesi bulunmadan her piyasanın işleyebileceğine ve kendi kendini düzeltebileceğine ilişkin görüşlerin, aslında gerçek hayatta öyle olmadığı ortaya çıktı. Bu sebeple, devlet ekonomik hayata doğrudan müdahalede bulunmak yerine ekonomide etkinliği sağlamak amacıyla kurallar( düzenlemeler) koydu ve bu kuralların uygulanması maksadıyla kurumlar( düzenleme otoriteleri) |
oluşturdu. Böylelikle, Amerika Birleşik Devletleri’ nde başlayıp, Avrupa’ ya, oradan da dünyanın diğer bölgelerine yayılan bu eğilim araştırmacılar tarafından“ düzenleyici devletin yükselişi”( rise of regulatory state) olarak tanımlanmıştır( 1). Devlet, kendi rolünü piyasanın aksaklıklarını( market failures) düzeltme ile sınırlandırıp yeni müdahale biçimi için daha esnek, yüksek derecede uzmanlaşmış ve merkezi otoritenin emrinde olmayan bağımsız düzenleyici kurumlar oluşturmuştur( 2). Öte yandan, düzenleyici devletin yükselişi birçok endişeyi de beraberinde getirmiştir. Bu eleştirilerin en önemlilerinden biri, ünlü iktisatçı John Cochrane tarafından ileri sürülmüştür. Cochrane’ e göre, yükselişte olan düzenleyici devletin, Batı’ da bağımsız düzenleyici kurumların yetki ve güçlerinin artması, diğer bölgelerde de siyasi iktidarların düzenleyici kurumlar aracılığı ile güçlerini artırmaları sebebiyle hukukun üstünlüğü tehdit altında kalmıştır. Nitekim
DÜNYADA OLDUĞU GIBI TÜRKIYE EKONOMISINDE DE DÜZENLEYICI KURUMLARIN SAYISI VE GÜCÜ GIDEREK ARTIYOR, BUNA PARALEL OLARAK ARTAN GÜCÜN YARATTIĞI SORUNLAR GIDEREK DAHA FAZLA TARTIŞILIR HALE GELIYOR.
|
37 |