INmagazine Sayı : 5 (Ocak - Şubat - Mart) | Page 54

ANALİZ D 52 aha önceki yazımızda, dünyada büyük yankı uyandıran Volkswagen sürecinden yola çıkarak uyumu, uyum programlarının minimum içermesi gereken özelliklerini ve evrimleşen kapsamını rekabet kuralları açısından ele almış ve etkin rekabet uyum programlarının şirketleri birçok riskten haberdar ettiği, gelecekteki riskleri ise minimize ettiği sonucuna varmıştık. Hem Belçika’daki akademik çalışmalarımda hem de konuşmacı olarak davetli olduğum etik ve rekabet konferanslarında, ihale süreçlerinin rekabet hukuku açısından herhangi bir risk teşkil etmeyecek şekilde yönetilmesinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ne kadar önemli ve bir o kadar da zor olduğunu gördüm. Aslında uygulamada da şirketler tarafından en göz ardı edilen hususlardan biri olduğuna, hatta devasa şirketlerin “bizim sektöre rekabet otoriteleri uğramaz, zaten sürekli ihalelerle yürüyor bu işler” ve “bizim piyasalar çok ciddi şekilde düzenlenmiş piyasalar, ayrıca karşımızda alıcı gücü çok yüksek şirketler var” ifadelerine vakıf oldum. Zira, küçüklükten beri aklımıza “ihalenin olduğu yerde mutlaka rekabet de vardır” algısı, daha doğrusu yanılgısı yerleştirilmiştir. Tabii, bu şirketler ile yolumuzun, şirket içerisinde rekabet hukuku farkındalığını artırmak üzere yaptığımız rekabet uyum programları veya birleşme/ devralma işlemlerinde çok uluslu şirketler için yürüttüğümüz due diligence çalışmaları vasıtasıyla kesişmesi çok manidardır. Böyle düşününce, özellikle çok uluslu şirketlerin “aslında alışkanlıklarımız kötüymüş” veya “demek ki o ürün öyle satılmamalıymış” diyebilme profesyonelliğine sahip oldukları ve olmaları gerektiği de aşikârdır. Aksi takdirde, riskler, kamu ihale hukuku, ceza hukuku, iş hukuku g