INmagazine Sayı : 5 (Ocak - Şubat - Mart) | Page 48

FELSEFE olduğunu ve yerinde olup olmadığını bile sormadılar. Bütün işlem dürtüsel bir hava taşıyordu. Eylemciler dünyayı etkilemeyen karar almamanın bile dünyayı etkileyen bir karar olduğunu düşünmüyorlardı. Kendileri eylemciler olarak, yalnızca genel olarak eyleme karşı çıktıklarını göstermeyi istiyorlardı. 46 G20 VE KÜRESELLEŞME Dünyanın en büyük ekonomik gücü olan Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin küresel ekonomik gelişimde önderliği üstlenememelerinin nedeni, büyüme hızlarının gelişmekte olan ekonomiler ile göreli olarak düşüklüğü ve böylece küresel büyümeye katkılarının azalmakta olması değildir. Küresel ekonominin önderliğinin ölçütleri salt ekonomik büyüklük değil, yatırım gücü ve teknolojik üstünlük de değildir. Ancak yurttaş toplumunun terimlerinde gelişebilecek olan küreselleşme süreci politik önderlik kavramının kendisini arkaikleştirmiştir. Küresel ekonominin gelişim için başka ekonomilere izlenecek politikalar dikte etmesi gereken önderlere gereksinimi yoktur. Aslında ekonominin kendisinin etik üst-yönetim dışında herhangi bir karışmaya gereksinimi yoktur. Ve AB ve ABD’nin kendileri henüz etik sorunlarını çözme sürecinde olan alanlar iken, dünyanın geri kalanına etik olarak örnek olacak durumda değildirler. Küresel üst-yönetim küresel ekonominin yönetimi, ya da ekonominin planlanması gibi bir şey değildir. Ekonominin gereksindiği önderlik etik kültürün kendisidir ve büyümek zorunda olan ekonomi ancak etik normların kendilerinin önderliği altında büyüyebilir. Küreselleşme sürecinde başkalarının geleceğini belirleyen örgütler, güçler, süper güçler yoktur. Tersine, özsel olarak etik gelişim olan süreçte böyle rolleri üstlenmeyi isteyebilecek hükümetlerin kendileri eğitilmekte, önderlik denebilecek her şeyin kendisi küreselleşmektedir. Çünkü küreselleşme ancak evrensel insanlık değer ve normlarına doğru gelişen bir süreç olarak olanaklıdır. Özgürlük bilincinin büyümesi önder gereksiniminin küçülmesini getirirken, tarihin kendisine karışma kibri içinde olan despotik ideolojiler bir yana süpü- EĞER KÜRESELLEŞME EVRENSEL İNSAN HAKLARI, EVRENSEL DUYUNÇ ÖZGÜRLÜĞÜ VE EVRENSEL POLİTİK ÖZGÜRLÜK TERİMLERİNDE ERİŞİLECEK BİR HEDEF İSE, G20 İÇİN KÜRESEL GELİŞİMİN ÖZGÜR KARAKTERİNİ KAVRAMAK YERİNE GETİRİLMEMİŞ MORAL BİR ÖDEV OLARAK DURMAKTADIR. rülmekte, küresel etik-yönetiminin güçlenmesi ekonominin kendisine etik bir karakter kazandırmaktadır. Küreselleşme süreci erekseldir, insan gizili değerinin edimselleşmesi, evrensel İstencin kendini kendi ussallığının kaynakları ve gücü yoluyla şekillendirmesidir. Eğer küreselleşme salt iletişim, bilişim, ulaşım ve üretim alanlarındaki teknolojik gelişmeler terimlerinde belirlenen bir süreç olsaydı, Çin, Hindistan, Rusya ve Suudi Arabistan gibi üyeleri ile G20 küreselleşme hedefinin güçlü, aslında en güçlü sözcüsü olurdu. Ama eğer küreselleşme evrensel insan hakları, evrensel duyunç özgürlüğü ve evrensel politik özgürlük terimlerinde erişilecek bir hedef ise, G20 için küresel gelişimin özgür karakterini kavramak yerine getirilmemiş moral bir ödev olarak durmaktadır. Gerçekten küresel bir karakter ve etkerlik kazanabilmek için, G20 kendi içinde etik normların birincilliğini tanımak zorundadır. G20 hiç kuşkusuz insan haklarını, duyunç özgürlüğünü ve demokrasiyi gereksiz göstermek ve zayıflatmak için kurulmamıştır. Ama G20’nin sergilediği kültürel çoğulculuk tablosu, tüm normları eşdeğerli gören etik ve politik görelilik ruhu bu değerleri açıkça yadsır. Gerçekte, bu etik ve politik türlülük içinde, G20 modernleşmeyi bile temsil etmez çünkü bir “gelişim” süreci olarak modernleşme özsel olarak özsel etik-ekonomik gelişimdir ve etikekonomik gelişim ise özgürlük temelinde olanaklıdır. Yeryüzünün ekonomik görünümüne yüzeysel bir bakış bile ekonomik olarak geri kalmış ya da gelişmemiş ülkelerin etik olarak da geri kalmış olduklarını gösterir. Bu geri kültürlerin politik ortak paydaları despotizmdir. Despotizm tiranlık değildir. Yalnızca özgürlük bilincinin bulunmayışı ile karakterize edilir. Despotik ülkelerde hiç kuşkusuz şu ya da bu düzeyde devlete benzeyen politik yapılanmalar vardır. Ama böyle devletin yasaları insan hakları ile uyum içinde değildir. Tam tersine, böyle devletlerin yasaları sık sık özgürlükleri yasaklamak ve kısıtlamak için işletilir. Nüfusun kendisinin özgürlük bilincinden yoksun olması ölçüsünde, yasaklar ile eşit olan böyle yasalar toplumsal dağılmayı, anarşiyi önlemeye hizmet eder. Bu düzeye dek despotik devletlerin modern demokratik devletlere dönüşümü halkın özgürlük bilincini kazanmasını gerektirir. G20 bugünkü yapılanışı içinde demokratikleşmeye ve insan haklarının savunusuna bütünüyle ilgisizdir. 1975’te kurulan G7 “açık demokrasi, bireysel özgürlük, toplumsal ilerleme” özsel ilkelerini küresel olarak yaymayı kabul ederken, 1999’da kurulan G20 ise demokratik olmayan ülkeleri kapsadığı düzeye dek G7 ile hiçbir benzerliği olmayan bir yapılanma taşır. G7 yurttaş toplumu karakteri ile sürekli etik ve ekonomik gelişime açıktır. G20 yurttaş toplumu karakterini kazandığı düzeye dek gelişime yetenekli olacaktır.