INmagazine Sayı : 5 (Ocak - Şubat - Mart) | Page 29
birlikte şirketlerin aurasında yer almaya
başlamaları hissedarların da aralarında
bulunduğu bir başka ilişkiler yumağını
gündeme taşıdı: “Sosyal ortaklar” (Stakeholders). Toplumun farklı kesimleri giderek
yükselen sesleri ile iş dünyasına “ayar” çekmeye başladı. Medya, akademisyenler, yerel
ve küresel sivil toplum kuruluşları, kanaat
önderleri ve yaşamın bütününe yönelik söz
sahibi olduklarını iddia eden kesimler bir
anda “hiç para vermeden” şirketlerin “sosyal ortakları” oluverdiler! 1990’larla gelen
bu dalga, insan hakları, iklim değişikliği, kadın ve çocuk hakları, engelliler, genetiği değiştirilmiş organizmalar, nükleer santrallar
derken her alanda ses vermeye başladılar. O
kadar ki 2000’li yıllara geldiğimizde Avrupa
Birliği Parlamentosu gündemine gelen her
10 konu başlığının yedisi bu kesimlerden
kaynaklanıyordu.
Açıkçası, küresel ısınma ile ilgili bilimsel
veriler, Enron gibi borsaları da süpüren şirket skandalları, Afrika’daki kuraklık ve açlık
nedeniyle ölen binlerce insan, salgın hastalıklar, silah sanayiinin durgun vanalarını
açmak için icat edilen sıcak savaşlar sosyal
ortaklar olarak tanımlanan kesimlerin görüşlerini ve varlıklarını da güçlendirmeye
başladı. O kadar ki, 2000’li yıllarda şirketler; hükümetler, finansal kurumlar ve toplum için “stakeholder” raporları üretmek,
dahası bu raporları bağımsız kuruluşlara
denetletmek durumunda kaldı.
Yani, şirketler patronlarının babalarının
malı olmaktan çıkmıştı!
TARIH NEREDE KIRILDI?
Bu sürecin kırılma noktalarından biri 1999
Seattle Dünya Ticaret Örgütü Toplantısı
olarak tarihe geçti. Zengin ülkelerin fakir
ülkeleri istismar ettiğini öne süren onbinlerce kişi Seattle sokaklarında protesto gösterileri düzenledi. Bu gösteriler daha sonra
dünya liderlerinin bir araya geldiği tüm
toplantılarda benzer sahnelerin yaşanmasına neden oldu. Hatta zamanın ABD Başkanı
George W. Bush İngiltere’deki benzer bir
toplantıya “arka kapıdan” girmek zorunda
kaldı! Yani, “sosyal ortaklar” hiç tanımadıkları, bilmedikleri insanlarla dünyayı yönettiklerini iddia eden liderlerin karşısına
çıktılar. Sokaklardaki bu insanlar yan yana
yürüdükleri diğer insanların dini, dili, ırkı,
yaşı, mesleği veya yaşadığı coğrafya ile ilgilenmiyorlardı. Onlar için, dünyanın; küresel
1999 SEATTLE
DÜNYA TICARET
ÖRGÜTÜ
TOPLANTISI
SIRASINDAKI
PROTESTOLAR
VE 2008
YILINDAKI WALL
STREET’I IŞGAL
HAREKETLERI,
ŞIRKETLERI
BABALARININ
MALI SANAN,
DEVLETLERDEN
BÜYÜK GELIRLERE
SAHIP OLAN
BAZI ŞIRKETLERE,
IŞLERIN ESKISI GIBI
GIDEMEYECEĞINI
GÖSTEREN DÖNÜM
NOKTALARI OLDU.
ısınma, açlık, yoksulluk, AIDS, salgın hastalıklar, taciz, rüşvet, yolsuzluk, suiistimal,
adaletsizlik gibi başlıklarla değerlendirilebilecek konularıyla ilgili söyleyeceklerinin
olması yeterliydi.
Bu gelişim bir başka kırılma noktası 2008
yılında kapitalizmin mabedi Wall Street’in
işgal edilmiş olmasıydı… Burunlarından
soluyordu insanlar. Şirketleri babalarının
malı sanan, devletlerden büyük gelirlere
sahip olan bazı şirketler yüzbinlerce insanın geleceğini, umudunu çalmıştı. Yok etmişti!
Dünya liderleri farklı başlıklar altında her
yıl bir araya geliyorlar. G20 ve Davos toplantıları, NATO zirvesi, iklim değişikliği zirveleri vb. Hangi kurum ev sahipliği yapıyor
olursa olsun gündemin değişmeyen başlıkları gelir adaletsizliği, yoksulluk, iklim değişikliği ve bunlara bağlı sorunlar. Ürettikleri
çözümlerin sonuçlarına bir göz atalım.
Gelir dağılımındaki uçurum o kadar açıldı
ki dünyanın en zengin 62 milyarderinin
serveti dünya nüfusunun yarısından fazlasının gelirinin üstüne çıktı! (Bunların
sadece dokuzu kadın). 2016 Davos toplantısı öncesi açıklanan Oxfam Raporu Sanayi
27