olmak üzere pamuk üreticisi ülkelerin tarım
politikalarında “hep bana” tutumu yüzünden
onurlu bir şekilde ürettikleri pamuğu satacak
yer bulamıyorlar. Sonunda yok paraya tüccarlara teslim olup elden çıkarmak durumunda
kalıyorlar. Geçimlerini sağlayamadıkları için de
borç arayışına giriyorlar. Nereden? Evet bildiniz; Uluslararası Para Fonu’ndan. Yıllar içinde
bu borçlar tabii ki birikiyor ve faizin faizi sarmalı içinde bir ülke topyekûn açlığa ve fakirliğe
mahkum ediliyor. Salgın hastalıklar bir yandan,
“işini bilen siyasetçilerin ayak oyunları” diğer
yandan, yaşamdan umudunu kesenlerin tek
bir çaresi kalıyor; bir gece yarısı kendileri gibi
çaresiz kalmış insanların doldurduğu bir şişme
botla Akdeniz’in sularına açılmak... Umudu,
ne olacaklarını bilmedikleri karşı kıyıda aramak! Tabii varabilirlerse...
Ya da yine Afrika’nın fakir ülkelerinden biri
olan Mali’de ailelerinden 10’lu yaşlarda kaçırılıp komşu ülkelerdeki kakao tarlalarında boğaz
tokluğuna çalıştırılan çocukların durumu. Ekşi
Çikolata başlıklı blog yazımda ayrıntıları ile aktarmıştım öyküyü (http://www.salimkadibesegil.com/tr/2012/07/13/eksi-cikolata/). Büyük
bir iştahla ağzımıza attığımız büyük ama çok
büyük çikolata üreticilerinin tedarik politikalarının buna neden olduğunu öğrendiğimizde o
çikolatalar boğazımızda düğümlenmiyorsa bu
suçun bir parçası “biz” olmuyor muyuz?
İLMİK İLMİK ÖRÜLEN KARAKTERLER
Bir de şöyle düşünelim; ya her şey “etik” olsaydı? Öyle ya, günlük hayatın tüm akışı etik
kurallara göre işliyor olsaydı? Ne kadar sıkıcı
olurdu değil mi yaşam? Siyasette, ekonomide,
toplumsal yaşamın tüm alanlarında ne bir heyecan olurdu ne de uğruna mücadele edilecek
bir şey.
Kitabına uygun giden bir hayat. Nezaket yaşamın dört bir tarafını sarmış. Kişisel çıkarlar
ve beklentilerin yerini toplumsal çıkarlar almış.
Kurallar, kanunlar, yönetmeliklerin yetmediği yerde “etik” devreye giriyor. Siyah-beyaz
kadar net. Hani neredeyse
Sokrates’in bile yattığı yerden
doğrulup bir bakası gelmiş
bir hayat… Tabii ki filmlere
bile konu olmayacak kadar
uçlarda bir görüntü…
Mafya ne yapardı o zaman
çok merak etmiyorum. Onlar “racon” diyorlar. Yazılı
olmayan kurallar silsilesi...
Ve saat gibi çalışıyor. Bir
sorun çıktığında kendi aralarında, kendi yöntemlerine göre hallediyorlar! Ama onlar için
hayat devam ediyor. Yasalar, yönetmelikler, kurallar... Vız gelir tırıs gider. Çünkü devlet yönetiminde karakter sorunu varsa racon karşımıza
zaten yasalar, yönetmelikler olarak geliyor.
ABD’de 1930’lardaki içki yasağının yaşandığı
dönemlerde de yaşamı şekillendiren siyasetçilerin akıl tutulması değil, mafyanın siyasetçilere neyi yapıp neyi yapamayacaklarını tebliğ
ettikleri racon uygulamalar silsilesi değil miydi?
Siyasetçilere yöneltilen suçlamalar ise “rüşvet,
yolsuzluk, suiistimal” gibi iddiaları taşımıyor
muydu?
Günümüzde de mafya kendi “raconu” ile işlerini yönetiyor. Çok uzaklara bakmaya gerek yok.
Akdeniz sularında kaderlerine yolcu edilen sistemin arkasındaki insan tacirlerine bakın. Onların kendi çıkarları uğruna insan hayatını hiçe
sayıp ölüme yolcu ettikleri insanların dramı ile
siyasetin ve ekonominin çarklarının