INmagazine Sayı: 4 (Ekim - Kasım - Aralık) | Page 9

olmak üzere pamuk üreticisi ülkelerin tarım politikalarında “hep bana” tutumu yüzünden onurlu bir şekilde ürettikleri pamuğu satacak yer bulamıyorlar. Sonunda yok paraya tüccarlara teslim olup elden çıkarmak durumunda kalıyorlar. Geçimlerini sağlayamadıkları için de borç arayışına giriyorlar. Nereden? Evet bildiniz; Uluslararası Para Fonu’ndan. Yıllar içinde bu borçlar tabii ki birikiyor ve faizin faizi sarmalı içinde bir ülke topyekûn açlığa ve fakirliğe mahkum ediliyor. Salgın hastalıklar bir yandan, “işini bilen siyasetçilerin ayak oyunları” diğer yandan, yaşamdan umudunu kesenlerin tek bir çaresi kalıyor; bir gece yarısı kendileri gibi çaresiz kalmış insanların doldurduğu bir şişme botla Akdeniz’in sularına açılmak... Umudu, ne olacaklarını bilmedikleri karşı kıyıda aramak! Tabii varabilirlerse... Ya da yine Afrika’nın fakir ülkelerinden biri olan Mali’de ailelerinden 10’lu yaşlarda kaçırılıp komşu ülkelerdeki kakao tarlalarında boğaz tokluğuna çalıştırılan çocukların durumu. Ekşi Çikolata başlıklı blog yazımda ayrıntıları ile aktarmıştım öyküyü (http://www.salimkadibesegil.com/tr/2012/07/13/eksi-cikolata/). Büyük bir iştahla ağzımıza attığımız büyük ama çok büyük çikolata üreticilerinin tedarik politikalarının buna neden olduğunu öğrendiğimizde o çikolatalar boğazımızda düğümlenmiyorsa bu suçun bir parçası “biz” olmuyor muyuz? İLMİK İLMİK ÖRÜLEN KARAKTERLER Bir de şöyle düşünelim; ya her şey “etik” olsaydı? Öyle ya, günlük hayatın tüm akışı etik kurallara göre işliyor olsaydı? Ne kadar sıkıcı olurdu değil mi yaşam? Siyasette, ekonomide, toplumsal yaşamın tüm alanlarında ne bir heyecan olurdu ne de uğruna mücadele edilecek bir şey. Kitabına uygun giden bir hayat. Nezaket yaşamın dört bir tarafını sarmış. Kişisel çıkarlar ve beklentilerin yerini toplumsal çıkarlar almış. Kurallar, kanunlar, yönetmeliklerin yetmediği yerde “etik” devreye giriyor. Siyah-beyaz kadar net. Hani neredeyse Sokrates’in bile yattığı yerden doğrulup bir bakası gelmiş bir hayat… Tabii ki filmlere bile konu olmayacak kadar uçlarda bir görüntü… Mafya ne yapardı o zaman çok merak etmiyorum. Onlar “racon” diyorlar. Yazılı olmayan kurallar silsilesi... Ve saat gibi çalışıyor. Bir sorun çıktığında kendi aralarında, kendi yöntemlerine göre hallediyorlar! Ama onlar için hayat devam ediyor. Yasalar, yönetmelikler, kurallar... Vız gelir tırıs gider. Çünkü devlet yönetiminde karakter sorunu varsa racon karşımıza zaten yasalar, yönetmelikler olarak geliyor. ABD’de 1930’lardaki içki yasağının yaşandığı dönemlerde de yaşamı şekillendiren siyasetçilerin akıl tutulması değil, mafyanın siyasetçilere neyi yapıp neyi yapamayacaklarını tebliğ ettikleri racon uygulamalar silsilesi değil miydi? Siyasetçilere yöneltilen suçlamalar ise “rüşvet, yolsuzluk, suiistimal” gibi iddiaları taşımıyor muydu? Günümüzde de mafya kendi “raconu” ile işlerini yönetiyor. Çok uzaklara bakmaya gerek yok. Akdeniz sularında kaderlerine yolcu edilen sistemin arkasındaki insan tacirlerine bakın. Onların kendi çıkarları uğruna insan hayatını hiçe sayıp ölüme yolcu ettikleri insanların dramı ile siyasetin ve ekonominin çarklarının