INmagazine Sayı: 2 (Nisan - Mayıs - Haziran) | Page 68

FELSEFE 66 salt bir “seçme sorunu” olduğu bakış açısını geliştirir. “Yararcılık” başlığı altına düşen sözde törel kuramlar “yarar” kavramını törel davranışın ilkesi olarak almada aynı irrasyonalizme katılır, insanın moral özünü yadsır, ahlaksal olmayanı, aslında ahlaksal problemi yaratanı ahlaksal ölçüt olarak kabul ederler. Felsefe Tarihinde usdışı çizginin sergilemesini sunan böyle talihsiz felsefecilik örnekleri ile karşıtlık içinde, örneğin modern kalkülüsün bulucusu olan ve bilimsel gelişime katkısı paha biçilmez sayılan Leibniz bu dünyanın “olanaklı dünyaların en iyisi” olduğu vargısını çıkarıyor, çünkü bütün bir evren gibi insan doğasının da ussal olduğu öncülü üzerine düşünüyordu. Dünyadaki kötülük insanın moral eğitimsizliğinin sonucudur. Benzer olarak, Spinoza usun tutkulara köleliği yenebileceğini doğruluyor ve bunun salt öznel bir dilek sorunu olmadığını, insanın ussal varoluşa yazgılandığını geometrik yöntemi ile tanıtladığını düşünüyordu. Ahlakın olanağı bu dünyanın ya da öte dünyanın korkusu, zor, ceza, ödül vb. gibi dışsal etmenlerde değil, ama insan doğasının kendisinde, onun ussal özgürlüğünde yatıyordu. İyi olanı istemek ussaldır ve insanın kendini törel olarak sonuna dek ve son insana dek eğitmeyi başarmasının önüne çıkacak üstün güçler, altyapılar, özerk teknolojiler vb. gibi herhangi bir engel yoktur. İnsan istencinin saltık olarak İyi olanı istediği ve kötü olanı isteyemeyeceği etik kavramının kendisinin birincil belirlenimidir, insanın moral özünden doğar, ve törel yaşamın eksiksizleşmesinin olanaklı ve zorunlu olduğu vargısına götürür. Kötü olan istenebilir, ama tüm felsefesi İyinin doğasını anlamaya adanmış Sokrates’in çok önceden gördüğü gibi, kötü ancak iyi olanın yerine alındığı için istenebilir. Yanlışlıkla iyi olarak istenen kötünün gerçekte kötü olduğu anlaşılır anlaşılmaz yadsınacaktır. Duyunç kötü olarak bilineni iyi olarak yargılayamaz ve istenç kötü olanı isteyemez. Ussal doğaları gereği bunu yapamazlar. THE TRAGEDY OF THE COMMONS Realiteye güçlü bir nihilistik bakış açısından yaklaşan Garret Hardin’e (5) göre Gottfried Leibniz MODERN KALKÜLÜSÜN BULUCUSU OLAN VE BİLİMSEL GELİŞİME KATKISI PAHA BİÇİLMEZ SAYILAN LEİBNİZ BU DÜNYANIN “OLANAKLI DÜNYALARIN EN İYİSİ” OLDUĞU VARGISINI ÇIKARIYOR, ÇÜNKÜ BÜTÜN BİR EVREN GİBİ İNSAN DOĞASININ DA USSAL OLDUĞU ÖNCÜLÜ ÜZERİNE DÜŞÜNÜYORDU. (The Tragedy of the Commons, 1968), “Ortak bir şeyde özgürlük herkese yıkım getirir” :: “Freedom in a commons brings ruin to all,” çünkü herkes ortak kaynakları sorumsuzca ve sınırsızca kullanıp tüketme eğilimindedir. Bir zamanlar “üçüncü dünya” olarak tanımlanan kültürlere çok daha uygun düşen bu bakış açısına göre insan istençsizdir ve içgüdüsel olarak davranır. Kollektif eylem kavramının kendisini çürüten bu kuram üzerine örneğin çevrecilik sonuçsuz kalmak zorundadır, denizleri kurtarmak olanaksızdır, kentlerin havası sonsuza dek kirli kalacaktır çünkü bencillik yenilemezdir. Aslında “duyunç kendini yok edicidir” :: “Conscience is self-eliminating.” Bu enteresan görüş genetik ile ilgili bir örnek verilerek pekiştirilir. Bunu göstermek için Hardin nüfus artışı problemini kullanır. Duyunçlu insanlar doğum oranlarını azaltırken duyunca yanıt vermeyenler daha büyük bir oranda üreyecek, bu kuşaktan kuşa- ğa üreme genlerinde kalıtsal bir etki, bir içgüdü değişimi yaratacaktır. Kollektif eylem problemini çözmede duyunç işe karışmamalıdır, çünkü “patojenik etkileri” vardır. MODERN VE ÖN-MODERN İnsan hakları, politik özgürlük, kültürel özerklik gibi kavramlardan henüz yoksun olan ön-modern toplumlar