INmagazine Sayı: 2 (Nisan - Mayıs - Haziran) | Page 17

ki yansıması (algısı) da bunların çıktısı olsun! Repuception gibi uydurma bir kavram aslında internet ortamının sağladığı enformasyon teknolojilerindeki gelişim de dikkate alındığında içinde bulunduğumuz yüzyılın “sorunsal” olarak tanımlayabileceğimiz bir meşguliyete bizi taşıyor. Çünkü asıl mesele “güven”! Kime neden ve ne kadar güveneceğiz? Bu güvene, algı ile mi itibar ile mi yoksa her ikisinin ortak performansı ile mi ulaşacağız? İtibar ve algı işleri ile bu kadar meşgul olmamızın altında yatan olgu “birilerinin” güvenini elde etmek. Aslında bu sosyal paydaş işi ortaya çıkmasaydı “hedef kitle” ile bunu çözmek kolaydı. Nitekim 1990’lara kadar da pazarlama ve satış odaklı stratejiler böyle yönetildi. Ama görüldü ki hedef kitle olarak tanımlanan “tüketici” segmentinin güvenini elde etmek, bugün ürün kalitesi ve fiyatı arasındaki dengenin boyutlarını oldukça aşıyor. Nitekim günümüzde, büyük marketlerde satın almayı düşündüğü bir ürünün etiket yazılarını okuyan tüketici, bu ürünün arkasındaki üreticiye olan “güvenini” sorguluyor. Çünkü bir zamanların “tek şapkalı tüketicisi” yani “hedef kitlesi” şimdi birçok şapka ile dolaşıyor pazarın içinde. Dış görünüşü ile tüketici ama beraberinde; çalışan, yatırımcı, sivil toplum aktivisti, fikir önderi, blog yazarı… Topu topu belki bir kişi ama o markanın itibarını ve algısını yönetiyor. Bizim kariyerimizde palazlanmaya çalıştığımız yıllarda markalar, onların üreticisi olan şirketlerdeki profesyoneller tarafından yönetilirdi. SATIN ALMAYLA GELEN “REPUCEPTION” Oysa durumlar şimdi değişti. Şimdi sokaklardaki, marketlerdeki sade vatandaşlar yönetiyor markaları! Bu hesap edilmemişti. 2000’li yıllara kadar iş dünyası epey bir direndi. Markalarını sokaklarda/pazarlardaki “ne idüğü belirsiz insanlara” teslim etmek istemiyorlardı. Ama işin içine “itibar” girdi. Görüldü ki “itibardan yoksun markalar” uzun vadede yok olmaya mahkum. Belki bu konuda verilebilecek en güzel örnek 2001 yılında Unilever’in, ABD’li dondurma üreticisi Ben&Jerry’s’i satın almasıdır. Bir tarafta dünyanın ilk sosyal raporlamasını 1989’da yapmış ve sürdürülebilirlik ilkeleri ile ŞIRKETLER, MARKALARINI “NE IDÜĞÜ BELIRSIZ INSANLARA” TESLIM ETMEK ISTEMIYORLARDI. AMA IŞIN IÇINE “ITIBAR” GIRDI. GÖRÜLDÜ KI “ITIBARDAN YOKSUN MARKALAR” UZUN VADEDE YOK OLMAYA MAHKUM. şirket yönetiminin ilk örnekleri arasında yer alan, markaya adlarını veren Ben&Jerry’s’in sıkı birer sosyal aktivist olmaları; diğer yanda ise o yıllarda bu işlere oldukça uzak dev bir transatlantik! Bu satın alma sonrasındaki her iki şirketin birbirine kültürel adaptasyonu aslında itibar-algı-güven üçgeni içinde söylenebilecek her şeyi özetliyor. Bir yanda küresel pazarlara ulaşma hedefleri içinde olanakları kısıtlı/sınırlı Ben&Jerry’s, diğer yanda ise sürdürülebilirlik trenine rakibi P&G 1999’da Birleşmiş Milletler’in Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin altına imza koyarak binmişken o treni kaçırmış ve bir sonrakine mutlaka binmek için biletini almış Unilever! Etik ticaret sertifikası, organik hammadde tedarikçileri, çevre dostu ambalaj malzemeleri, süt alımında primli ücret ödeme sistemleri, ineklere hormonlu besin verilmesine karşı politikalar, yatırımların özellikle az gelişmiş yörelerde yapılmasına gösterilen özen, vergi öncesi gelirin %7,5’inin sosyal amaçlı bağışlara aktarılması, o dönemlerde Unilever’in oldukça yabancı olduğu ancak Ben&Jerry’s’in dondurma pazarının en itibarlı ve lider markası olmasının girdileriydi. Öte yandan Ben&Jerry’s’de de olmayan ama Unilever’de uzun yılların birikimi olan şey ise yatırımcıların beklentilerini fazlasıyla karşılıyordu; etkili bir mali yönetim, farklı pazar dinamiklerine uyum sağlayabilecek insan kaynakları yapılanması ve küresel bir şirket olmanın getirdiği diğer avantajlar. Bana göre günümüzde Unilever’in hem şirket olarak hem de şemsiyesi altındaki markaları ile sürdürülebilirlik ilkelerine uyumlu, başarılı bir performans gösteriyor olmalarının arkasında 2000’lerin başında yapılan bu satın alma operasyonu yatıyor. Unilever, küresel ölçekte toplumda değişmekte olan değerlerin “sürdürülebilirlik” meselesi etrafında yoğunlaştığını görmüş ve bu satın alma ile stratejisini buna uyumlu hale getirmiştir. Bunun aynı zamanda bir itibar ve algı yönetimi boyutu olduğunu arka plana atmamış, tam tersine tüm paydaşlarını kapsayacak derinlikte geliştirdiği politikalar ile bu stratejisini desteklemiştir. Yani “Repuception” yapmıştır! 4 15