rın korunması ve kullanılmasının en büyük güvencesi olarak hayatlarımıza girmişti.
Ahlak kavramı ise içinde yoğrulduğu toplumun değerlerini, ihtiyaç ve beklentileri yansıtması yönüyle lokal bir nitelik taşımaktadır. Bir toplum için ahlaki olarak kabul edilen bazı davranışların başka toplumlar tarafından hiçbir şart altında kabul görmemesi ahlakın bu niteliğinin bir tezahürüdür. İşte etik tam da bu noktada devreye girer. Felsefenin en kadim dallarından biri olan etik, yalnızca bireyin ahlaki tercihlerini değil, toplumların da ortak değerlerini biçimlendiren bir ilke olarak varlığını sürdürür. Ancak etik, ahlaktan farklı olarak bireyin kültürel ve toplumsal değerlerinden bağımsız, evrensel bir çerçeve çizmeye çalışır. Ahlak, toplumdan topluma değişebilen kurallara dayanırken, etik insan doğasının temel hak ve sorumluluklarına odaklanarak tüm insanlık için ortak ilkeler oluşturmayı hedefler. Bu yüzden etik, bireysel ya da yerel geleneklerden ziyade, adalet, özgürlük ve insan hakları gibi evrensel değerleri gözetir.
|
Ancak etik, ahlaktan farklı
olarak bireyin kültürel ve
toplumsal değerlerinden
bağımsız, evrensel bir çerçeve
çizmeye çalışır.
Kelime kökeni Antik Yunanca’ daki ethos’ tan gelen etik, alışkanlık, karakter ve gelenek gibi anlamlar taşır. Ne var ki, içkin bir zorunluluk gibi beliren bu anlam çerçevesi, mutlak bir sabitlikten uzak, tarihin devinimi içinde evrilen, bazen eğilip bükülen, bazen de katı bir kütle gibi zamana meydan okuyan bir yapı arz eder. Platon’ un adalet ve erdem ekseninde temellendirdiği etik anlayışı, Aristoteles’ te erdemin insanın nihai amacı olduğu fikrine dönüşürken, Kant’ ın ahlaki yasaya dair akıl yürütmesi, insanın niyetini eylemin kendisinden bağımsız olarak mutlak bir ölçüt haline getirir. Bentham ve Mill’ in faydacılık yorumunda ise etik, bireysel bir vicdan çırpınışından sıyrılıp, en yüksek faydayı doğuran çabalara
|
dönüşür. Tüm bu kavrayışlar bir kenara bırakıldığında, insanın içinde bir yerlerde her zaman etiğe dair bir telin titreştiği hissedilir, ancak o telin akordu her zaman sabit midir, yoksa insanın içinde bulunduğu şartlara göre değişir mi, işte asıl mesele de burada düğümlenir.
Bütün büyük etik sistemler farklı ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Görev etiği bir eylemin doğası gereği ahlaki olup olmadığını belirlerken, faydacı perspektif sonuçların önemli olduğu bir kavrayışı baz alır. Erdem etiği, bireyin karakterini eylemlerinin önüne koyarak, iyi insan olmanın doğal bir biçimde doğruyu doğuracağına inanır. Modern çağda ise etik, postmodernizmin dayanılmaz etkisiyle, bireysel ve toplumsal yorumların süzgecinden geçerek, esnek ve hatta hibrit bir hâl almıştır. Böylece, kesin ve mutlak kurallar yerine, bağlama göre şekillenen kültürel kodlar ve bireysel hakikatler ön plana çıkmıştır.
Soyut bir kavram olmaktan öte, etik kendini yaşamın her alanında gösterir. Her meslek, kendi dinamikleri içinde bir etik çerçeve oluşturur ve bu çerçeve, mesleğin sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz bir gereklilik hâline gelir. Fakat etik ilkeler her zaman bağlayıcı mıdır? Yoksa çoğu zaman yalnızca birer temenni olarak mı kalır? Uygulamada nasıl bir karşılık bulur? Kuralların ötesinde, insanın karar mekanizmalarını yönlendiren bir iç yasa mıdır, yoksa yalnızca dışsal bir baskı
|
unsuru mu? Bu soruların yanıtlarının nasıl bir toplum, nasıl bir iş yeri, nasıl bir adalet, nasıl bir yönetim istiyoruz sorularının cevaplarıyla çok da farklılık arz etmediği hepimizin malumudur. Hukuk ve etik çoğu zaman yan yana anılsa da, gerçekte farklı kulvarlarda koşarlar. Hukuk yazılı normlarla şekillenirken, etik çoğu zaman hukukun sınırlarını aşan, bireysel ve toplumsal vicdana hitap eden bir içsel rehber görevi görür. Bir davranış hukuken meşru olabilir, ancak etik açıdan kabul edilemez bir noktada durabilir. Hukuk zamanla değişebilir, yeni yasalar eklenebilir, var olanlar güncellenebilir, ancak etik, değişen yasalardan bağımsız olarak, insanın içinde sürekli yankılanan, sorgulayan ve bazen rahatsız eden bir sese sahiptir. Felsefecilerin her çağda evrensel ve sürekli geçerli bir etik var mıdır sorusuna cevap arayıp durmaları hukukun sürekli değişen toplumsal ihtiyaçlar karşısındaki çaresizliğine bir çare bulma çabasıdır biraz da. Yapay zekâ, makine öğrenmesi gibi günümüz teknolojilerinin karar alma mekanizmalarını artık insanoğlun bilincinin ötesine taşıdığı günümüz dünyasında etik davranışları yalnızca insanlardan beklemek yeterli olmayacaktır. Tüm bu değişkenlik içinde, acaba etik bir ölçüt olma iddiasını koruyacak mı yoksa yalnızca soyut bir tasarım olarak yavaş yavaş hayatımızdan çıkacak mı? Kısacası bundan sonra algoritmalara etik kodlar da eklenecek mi?
Belki de etik, insanın dünyada bıraktığı izdir; kalıcı olup olmayacağı ise bireylerin ve hatta toplumların kendi tercihlerine bağlıdır
Kaynakça: 1. Ethics and Conduct of Business, 7th Edition, John Boatright 2. Hukuk Kuramını Anlamak, 2021, Raymond Wacks 3. Hukuk Felsefesi, 2020, Prof. Dr. Adnan Güriz
|
23 |