Haziran haziran | Page 78

TAZİYE Mümin Numan Munis Hep sardunyalar olurdu pencerende. Annen daha ölmemişti. İnsan unutkanlığı; herkes kendini çok güçlü zanneder, her şey kendince yolunda yaşayıp giderken. Unuttuğu kırılganlığını bir kere daha hatırlar, çok sevdiği birini mezara indirirken… Maksat konuyu dağıtmak değil ama sen zaten hep kırılır gibi konuştun benimle. Sen çok başkaydın. Sabaha karşı çalan bütün telefonlardan hep kötü haberler mi alınır, bilmiyorum. Sabaha karşı aradın beni. O gün bugündür sabaha karşı başka kimse de aramadı. “Annem…” dedin, söylemene gerek kalmadı gerisini. İncinmişliğini tutup bağrıma bassam canın ne çok yanardı belki. Çünkü durmadan sızlayan bir yara gibiydin. Unuttuğun her şeyi hatırlıyordun, aklındakilerin bir kısmını unutarak. Günlerden Perşembeydi. Hastane bahçesinde aceleye getirilmiş bir zaman aralığında sigara içerken ayaküstü konuştuk: “İnsan öleceğim sandığı yerde ölmüyor, ne acı! Görmen gereken her şeyi illa görüyorsun.” “Buna kader diyorlar.” “Kader demek hüznümü azaltmıyor.” “İnanmak ihtiyaca bakmaz. Kader bir antidepresan türü değil ki acını hüznünü azaltsın. Hüzün, bizatihi kulluktur.” Dudakların sessiz bir duaya kımıldandı yüzüme bakarken en son. Sen zaten hep son edilen dualar gibi baktın yüzüme. Annen öldü. Sonra sardunyaları kaldırdın pencereden. Zaman geçti. Güz yangını, çetin kış, bahar gecikmesi, ter tüketen yaz… Mevsimden mevsime sürüklendikçe karşılıklı iki boşluğa döndük. Birbirimiz üzerinde kaybetmeyi tecrübe ediyorduk durmadan. Hangi sokağı yürüsek orada kıyamet, hangi şehre varsak orada ihanet! Tanıdık bildik bütün yüzleri silme çabasıyla dolaştık durduk yalınlığımızda. 78