KAVGAYI, AŞKI VE ŞİİRİ
ARİF OLAN BİLİR
Gülay Süda
“Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini.”
Ahmet Arif
Güneş doğudan doğar sözünü doğrulamak istercesine
ülkemizin doğusunda, Diyarbakır’da dünyaya gelir şair.
Annesini bebekken kaybeder ve belki de şairliğin ilk tohumu,
annesizlik, bebekliğinde düşer içine. Sekiz kardeşin en
büyüğüdür ve isimlerini o okur kardeşlerinin kulağına. Ağabey
olmanın verdiği sorumluluğu milletine, halkına karşı da taşır.
Çocukluğundan itibaren hep adaletin peşindedir, haksızlığa
zerre kadar tahammül edemez. Bu durumu: ” Şunu söyleyeyim.
Çocukluğumda öyle sanıyorum ki kendim için hiç kavga
etmedim. Ama arkadaşlarım için, mahalle için, okul ya da
sınıfım için çok kavga ettim.” sözleriyle açıklar. Toplumcu
gerçekçiliği şiirlerine, yazılarına aktarır; kendi için değil fakat
milleti için verir kavgasını. Ömrünü yazdıklarının ve
düşündüklerinin hesabını vermekle geçirir.
Okul yıllarında şiire merak salar. Orhan Veli’nin etkisinin sürdüğü
bir dönemde şiire başlayan Ahmet Arif, Nâzım Hikmet’in açtığı
yolda yürür. Ondan aldığı şiirselliği bir Anadolu duyarlılığı ve
özlemiyle genişletir. “Ben işte o yıllarda bu tarz şiirler yazdım.
Biraz Nazım Hikmet, biraz Ahmet Hamdi Tanpınar, biraz Ahmet
Muhip, biraz Cahit Külebi, biraz Behçet Necatigil... Bunlarla
beslene beslene, bunları sindire sindire, hep böyle yalpalaya
yalpalaya, ama hiçbir zaman iyinin altında, yani ortaya yakın
yazmayarak kaliteli şiirler yazdım.”
26