FUSKA MAG 3 | Page 202

Yaşadığımızın Teyidi

Nazan Maksudyan

Yazar ilk cümlede itiraf ediyor: “Bütün kitaplarım diğer insanlarla bağlantı kurmanın yolunu arayan yalnız bir insanla ilgili”.

Chuck Palahniuk'un deneme, röportaj, mektup gibi çeşitli düzyazı türlerini bir araya getirdiği yeni kitabı Kurgudan da Garip, “Bir hikâye anlatmak için edebiyatçı olmanıza gerek yok.” diyor. Tersine, Palahniuk'a göre tüm dünya hikaye anlatan insanlardan ibaret. Bu açıdan günah çıkarmak için kiliseye gitmekle, destek gruplarına katılmak arasında, ya da her hafta terapiye gitmek arasında bir fark yok. Herkesin ifşa etmek istediği, böbürlenmek istediği, affedilmek istediği, fark edilmek istediği en az bir hikâyesi var. Bu bir anlamda bir varoluş meselesi, yaşadığımızın teyidi. Hatta bir adım daha ileri gidip diyebiliriz ki çoğu zaman hayatı içinden bir hikaye çıkarmak adına yaşıyoruz. 90'lardan beri tanık olduğumuz, “Sizin hikâyeniz de kitap/film/haber olabilir.” vaadiyle, fikirlerimizi, deneyimlerimizi, hayatımızı paketlemek geçiyor aklımızdan. Hayatımızı kontrol edemiyoruz belki, ama anlattığınız hikayenin dizginleri elinizde.

Yazara göre aslında kişisel anlatıların büyük kısmı çekilen acılarla ilgili. En kestirme temalar katarsis, melodram ve hatıra. En çok tutan hikayeler acı çeken ama ayakta kalıp zafer kazanan insanlarınki oluyor. Ölmek ve yeniden doğmakla ilgili olanlar. Parçalanmayı, hayatta kalmayı ve tekrar başlamayı anlatanlar. Palahniuk “yıkıcılık” diyor buna. Biz insanlar durmadan bir dünya yaratıyoruz ve sonra da onu yıkıyoruz. Kaçınılmaz insan dinamizmi. Bir yandan her şeyi yerli yerine oturtmak istiyoruz, ev, iş, aile, arkadaşlar... Diğer yandan kervan yolda düzülür misali devinimi özlüyoruz. Güzel, yalıtılmış yuvalarımızı, kontrol edebileceğimiz, çatışma ve acıdan uzak çevremizi yok edip, tekrar daha büyük bir dünyanın parçası olmak istiyoruz.

kabul edemeyip boşuna ne kadar su kaybedeceğinizden ve yürüyüşün zaten yeterince uyarıcı olduğundan bahsediyor. Ortada daha önemli problemler varken, önemsiz şeyleri tartışıp duran, örneğin kendi yumurta pişirme yönteminin kesinlikle en doğrusu olduğunu iddia eden sizin benim gibi insanların hayatları.

bir dünyanın parçası olmak istiyoruz.

Yeni bir eve taşınmak, yeni eşyalar seçmek, sağını solunu rötuşlamak zevk, ama ya epeyce oturmuş, yerleşmiş bir evde oturmaya devam etmek? Eski mi eski, ihtişamlı, tarihi bir yalıda yaşamak gibi, ilk başlarda eğlenceli olacağına şüphe yok; ama birkaç hafta sonra daimi bakım onarım hayatınızı yiyip bitirecek! Dövüş Kulübü'ndeki o mükemmel IKEA dairesinin yanıp kül olması sırf bu düzen bozuculuk yüzünden heyecan verici değil mi? İskambil kağıtlarından bir kale yaparken eğleniyoruz ama neticede onu öylece bırakmıyoruz, yıkıp yenisini yapıyoruz. Hep. Durmadan. İnsanı hayatta yıkıcılığa götüren kopamadığımız kaos hissi mi acaba? Sanki “Başlangıçta kaos vardı.” bilgisi bizi neredeyse döngüsel biçimde oraya geri çağırıyor.

Biraz hobi biraz ölümsüzlük isteği

“Keşfedilecek yeni yerler (ülke, deniz, uzay) olduğu sürece, uyumsuzların ve maceraperestlerin gidecek bir yeri olacaktır.” demiş Thomas Jefferson. İnsan hayatı sonlu elbette, ama sanki toplu dinamizmimiz ve yayılmacılık potansiyelimiz sonsuz. Gitmek istiyoruz, yaşamak istiyoruz, bilmek, öğrenmek, tecrübe etmek. Ama daha temel olarak soru soruyoruz, merak ediyoruz, ötesine geçmek istiyoruz. Özgür olduğumuzu ispatlamak için belki, kapıları açıyoruz, denizleri aşıyoruz, elmayı yiyoruz. “Ne zaman bir şeyin mümkün olduğunu görsek, o şeyi kaçınılmaz hale getiririz ve gerçekleştiririz,” diyor Palahniuk.

inceleme