FUSKA MAG 1 | Page 63

59 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 60

fUSKA MAG TİYATRO fUSKA MAG TİYATRO

Vişne Bahçesi / Engin Alkan / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Ne zaman bir Çehov oyunu sahnelense insanlar ikiye bölünür: sevenler ve nefret edenler. Alkan’ın iddialı rejisi de bu durumun istisnası olmadı diyebiliriz. Ranevskaya Ailesi ve şürekâsı üstlerine kilolarca pudra düşmüş kadar beyaz, tozlu, uçucu, uçuk, yer yer grotesk, çokça vurdumduymaz, kör, sakar, habersiz… Karşılarında ise dipdiri, kanlı canlı, semirmiş, şu sıralar televizyonda bolca izlediğimiz köşe dönücü-parlak fikirli müteahhitlerimizi aratmayan bir Lopahin. Tüm bu karakterler yerden göğe kadar beyaz çitlerle çevrili kocaman bir bahçenin ortasındaki kocaman bir masanın etrafında iki perde boyunca Çehovyen konuşmalarını sürdürüyorlar. Alkan, diğer rejilerinde de çok başarılı bir şekilde uyguladığı formülü bu defa Vişne Bahçesi’nin karakterlerine uyguluyor. Bir tersine dünyadayız; kadınların erkek, erkeklerin kadın gibi davrandığı bir dünya. Ya da en azından bize öğretilen sosyal cinsiyet performansının tersine döndüğü bir dünya diyelim. Bu da en iyi Yâşa karakterinde vücut bulmuş. Alkan “güzelim metne” sadece bunları yapmakla yetinse neyse; bir de üstüne eğlencesi bol sihirbaz numaraları eklemiş Şarlotta marifetiyle. Nefret edenler iyice nefret etmiştir ama sevenler kulübünde yer alan biri olarak Yâşa ve Şarlotta’nın başrole çıktığı bir Vişne Bahçesi beni fazlasıyla mest etti. Tüm bu “aman Tanrım Çehov’a neler yapmış!” atmosferini tamamlayan ve sonunda inşaat sesleri eşliğinde birer birer patlayıp yere düşen çit tahtaları ise rejinin ve teatral hazzın zirvesi oluyor. Oyuna Firs’in son repliğini dinlemek için gidenler vestiyerdeki kürklerine yönelirken, biz sevenler kulübü kendimizi bol likralı montlarımızla mutlu mesut sokağa atıyoruz. Oyun Şehir Tiyatroları’nın

bu sezonki ne idüğü belirsiz repertuvarında devam ediyor mu

bilemiyorum ama varsa kaçırmayın.

Katilcilik / Yiğit Sertdemir / Altıdan Sonra Tiyatro

İnternet üzerinden tanışmış üç karakter bir gün bir araya gelir ve masum (!) bir oyuna başlarsa ne olur? Yazar-yönetmen Sertdemir bu soruyu ve cevabını zamanda ve uzamda gidip gelen bir kurguyla veriyor. Bunun için oyununa iki oyuncu daha ekliyor; birincisi yazarın düşüncesi / bilgisayar konumundaki ekranda yazan yazılar, ikincisi ise dekorun kendisi. Kumbaracı50 çalışanlarının tişörtlerine kadar sirayet etmiş olan “kolon” durumunun üstesinden hareket edebilen, farklı şekillere giren ve mekâna hem yatay hem de dikey bir boyut kazandıran kutularla gelinmiş. Dolayısıyla üç kadın karakterimizin “ölümcül” gecesi ile onun öncesi ve sonrasındaki hayatları arasında gidip gelen oyunun değişim anları da başlı başına bir seyir keyfine dönüşüyor. Gerilim-komedi-dram sınırında ustalıkla ilerleyen bir oyunla karşı karşıyasınız ve öte yandan sanal / gerçek benlik arasındaki postmodern karmaşaya göz kırpan bir tarafı var. Tüm oyuncular hakkıyla üstesinden geliyor oyunun ama benim Aslı Can Kortan etkisi dediğim bir etki var ki o çok daha başka. Oynadıkları oyun gereği üstünü çıkarırken şarkı söylemek zorunda kaldığı an, şayet Katilcilik bir film olsaydı Golden Globe ya da Oscar heykelciği getirebilirdi kendisine. değişikliği ile (üç kadından biri artık Sevinç Erbulak tarafından canlandırılacak) devam ediyor; gidin görün derim.

Oyun / Şahika Tekand / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Şu kısacık listemde iki Şehir Tiyatroları oyunu varsa bunun başlıca nedeni kurumun bir önceki sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’nun sanatsal tercihleridir. Bunu böylece belirttikten sonra prömiyerini 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirmiş olan Beckett oyunu Oyun’un Tekand’ın senelerdir üstünde çalıştığı ve çok başarılı örneklerini daha minimal düzeyde verdiği rejisinin imkânlarla birleşince nasıl da görkemli hâle geldiğinin somut bir kanıtı olduğunu söyleyelim. Yönetmen Beckett’in iki kadın bir erkeğini beşle çarpıp on beş yapmış, sonra bu on beş performansçı/oyuncuyu üç katlı ve her katı beşer bölmeli dev bir kutunun içine koymuş. Biraz matematik hesabı gibi oldu ama söz konusu Tekand rejisi olunca matematikten bahsetmemek mümkün değil. Cümleleri bölerek, esleyerek, kelimeye, heceye indirgeyerek, tekrar ve varyasyon üzerine kurduğu tekniği bir diğer Tekand (Esat) yine matematiksel bir ışıkla (pardon, ışık da bir karakter diyecektim sanki dünyayı yeniden keşfetmiş bir oyun analizcisi edasıyla) destekliyor. Ve karşınızda tıkır tıkır işleyen tüyler ürpertici bir insan makinesi beliriveriyor. Benim gibi bir süre bu makinenin mükemmeliyetine sinir olduktan sonra kendinizi bırakmaya karar verirseniz o zaman anlam dehlizlerinde kaybolmadan kelimeler ve seslerle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Kendini baştan bırakanlar daha şanslı bir yolculuk yaşayacaklardır. Kendini hiç bırakmayanlar ise en azından içinde bulunduğumuz zamanların soluksuz, acımasız, renkli gibi gözükse de renksiz koşusuna tanıklık edeceklerdir. Sadece bu bile tiyatro için paha biçilemezdir. Oyun devam ediyor mu bilemiyorum (bkz. Vişne Bahçesi yazısı son cümle).