FUSKA MAG 1 | Page 62

Son Zamanların En İyi 5 Oyunu

Okan Ürün

Sessizlik / Mehmet Birkiye / İstanbul Devlet Tiyatrosu

İngiliz yazar Moira Buffini’nin oyunu geçen sezonun en çok konuşulan işlerinden biriydi. Fonda Orta Çağ İngiltere’sinin Viking tehdidi altındaki dönemi, kendini doğduğundan beri erkek sanan Lord Silence ve onunla evlenen Prenses Ymma‘nın öyküsünü izliyoruz. İki perdelik oyun bittiğinde salondan çıkmak istemiyoruz. Niye mi? Çünkü söz konusu devlet tiyatrosu olduğunda nadiren gerçekleşen durumlardan biriyle karşı karşıyayız: katmanlı bir oyun, mükemmel bir çeviri, oyundaki “cinsiyet sorunu” meselesini hakkıyla ele alan bir dramaturji, harika bir ekip ruhu geliştirip kendilerini tamamen oyuna adamış oyuncular ve bütün bunları çok iyi bir orkestra şefi gibi yöneten bir yönetmen. Oyun ve karakterler seyirciyi kendisine öylesine bağlıyor ki dönem kostümleri içinde arz-ı endam eden her birinin minik oyuncakları yapılsa alanı bulunur. Şaka bir yana oyunun başarısının sırrı mücevher gibi bir araya getirilmiş oyuncularında ve oyunda koro diye adlandırılmış bütün sahne değişimlerini gerçekleştiren dansçı/oyuncularda. Tahmin edersiniz ki DT yönetimi bu başarıyı görüp aynı ekibe yeni sezonda belki daha da uçacakları bir oyun yapma fırsatı VERMEDİ. Bizde işler böyle yürür. O yüzden siz bu sezon hâlâ oynayan oyunu bir koşu gidin görün! Başta Funda Eryiğit, Oya Okar ve Süleyman Atanısev olmak üzere tüm oyunculara da benden çok selam söyleyin.

Yola Çıktığım Gün Sakin Serin Bir Sabahtı / Yeşim Özsoy Gülan / GalataPerform

Yazar-yönetmen Yeşim Özsoy Gülan’ın 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan oyununun en önemli özelliği “mekana özgü” bir iş olması. Galata’daki eski Hamursuz Fırını’nı Barış Dinçel’in de yardımıyla sürreel bir lunaparka dönüştüren Özsoy Gülan burayı farklı nedenlerle bu ülkeden basıp gitmek isteyen karakterlerin buluşma noktası olarak belirliyor. Her gelen karakter modern tarihimizin ötekilerine gönderme yapıyor. Bembeyazlığı ve batık bir gemiyi andıran hâliyle dekor, yazarın usta işi monologlarını daha acımasız, daha keskin, daha çarpıcı kılıyor. Lunaparktaki Nuh’un gemisine binip gitmeye çalışan karakterler (Ermeni, Alevi, Kürt, gazeteci, genç kız) tam da bir arada hareket etmeyi öğrenmişken bir Hoca efendi beliriyor ve birbirlerine iğne iplikle bağlı güvenleri sarsılıveriyor. Bir an şu sırada gazetelerden ve televizyonlardan izlediklerimiz gözünüzün önüne geldi değil mi? Oyunun başarısı ve etkileyiciliği de tam da burada yatıyor: Bugünün derin analizi, mutluluk çağrıştıran bir yerin (lunapark) olanca tekinsizliği ve korkutuculuğuyla belirmesi ve çağdaş tiyatroda uzun zamandır görmeye alışık olmadığımız bir Deus Ex Machina etkisiyle son bulması (yükselen ve git gide yaklaştığı anlaşılan sirenlerin ve gürültülerin tavan yaptığı bir anda tüm karakterler birbirlerini kovalayarak çıkarlar ve ıssız lunaparkın bekçisi “bu saatte neler oluyor burada” diye belirir). Bize de şu soru kalıyor: İçinden geçtiğimiz bu günlerin Deus Ex Machina’sı ne olacak?