Eleştiri
Cinsel politikaları anlamak ister misiniz?
Katie Roiphe
Erkek romancılar tarafından yazılmış, zengin hayal gücünün ürünü, muhteşem kadın kahramanlardan yana bir kıtlığımız yok (Gustave Flaubert’in Madam Bovary’sini, Henry James’in Bir Kadının Portresi’ni, Norman Rush’ın Çiftleşme’sini veya Ian McEwan’ın Kefaret’ini düşünelim mesela) ama kadın kahramanlar hakkında yazmak hakkında yazan erkek romancı örneği az.
Ian McEwan, şaşırtmacalı ve okuyucuyu cezbeden yeni romanı Bir Parmak Bal’da, “kadının bilincine nüfuz eden (ya da bu örnekte, bir kadının bilincine haneye tecavüzle giren) erkek yazar” gibi karmaşık bir konuyu ele alıyor.
İnsan henüz baştan itibaren yazarın ana karakteri Serena Frome’la ilgili bir huzursuzluk hissediyor. MI5’ta alt kademe casus olarak çalışan Serena, biraz yumuşak başlı, biraz budala, biraz yavan, bir erkek yüzünden kazara içine düştüğü ve bir başka erkek yüzünden ayrılamadığı işine olan ilgisi açısından da biraz umarsız biri. “Yaz mavisi gözleri” ve “eski moda yavruağzı- krem görüntüsüyle” romantik bağlılıkları ve güzel saçları olan bir varlık. Heyecanlı, cesur ya da karmaşık kadın kahramanlarımızdan alışık olduğumuz gibi heyecanlı, cesur ya da karmaşık değil. Sıradışı kariyerinde bile bir bağımsızlık, bir başkaldırı, bir kıvılcım unsuru eksik. Peki, kim Serena Frome, diye düşünmeden edemiyor okuyucu. Ve neden okuyoruz onun hikâyesini?
Serena duygusal yakınlık duyduğu ana karakter Tom Haley’yi, yeni yeni yükselen genç romancıyı, kendisinin casus olduğunu ve teşkilatın fon sağladığı bir vakfın parasıyla onu işe aldığını gizleyerek kandırıyor. Ancak asıl kandırmacası bir kandırmacadan çok, kadınsı bir hata, bir kaybetme korkusu, bir kaçırılan doğru an meselesi. Gençliğinde kendisi için söylediği gibi “Fethedilmeyi bekleyen, yontulmamış zevklere sahip, boş kafalı bir kız” o ve bu özelliklerini pek de aşmış görünmüyor. Kısacası insan bu karakterin kendi yaşamı ve dönemine dair bir kitap dolusu tahlili sürdürmekte biraz zayıf kalacağını hissediyor. Ancak nihayetinde anlaşılıyor ki McEwan, evirip çevirdiği, amansızca tahlil ve ifşa ettiği bu zayıflığın, bu kadın bilinci fantezisinin bir gerçeğini ortaya koymuş; tüm bunlar aslında bir erkeğe ait…
evirip çevirdiği, amansızca tahlil ve ifşa ettiği bu zayıflığın, bu kadın bilinci fantezisinin bir gerçeğini ortaya koymuş; tüm bunlar aslında bir erkeğe ait…
Tom Haley’nin kadınlar hakkındaki gizil duyguları ya da fikirleri, yazdığı hikâyelere kaçamak göz atma şansını yakaladığımızda aydınlığa kavuşuyor. Mücevherimsi karanlığı ve tematik hassasiyetiyle McEwan’ın ilk dönemiyle çarpıcı benzerlikler gösteren öyküler bunlar (bkz. yazarın 1978 tarihli öykü kitabı, Çarşaflar Arasında). Yapılan yorumların hepsi fantezinin saptırılması üstüne; bir erkeğin kafasındaki kadın anlayışının, o kadına benzeyen herhangi bir şey üstündeki korkutucu hakimiyeti üstüne; ve aşkın ürkütücü kandırmacalarıyla kendini aldatmalar üstüne rahatsızlık veren yorumlar...
Örneğin Haley bir mağaza vitrin mankenine delice âşık olup onu evine getiren ve onunla yattıktan sonra mankenin evdeki hizmetli kadınla girdiği hayali ilişkiyi kıskanarak onu parçalayan bir adamın öyküsünü yazıyor: “Kadının suçu Carder’ın ona pervasızca bahşettiği güçteydi. Hüsran dolu aşkın tüm vahşiliğiyle girdi onun içine, parmaklarını boğazına doladı o gelirken, ikisi de gelirken. İşi bittiğinde kadının kolları, bacakları ve kafası gövdesinden ayrılmıştı. Carder onları yatak odasının duvarına fırlattı. Her bir köşeye dağılmıştı şimdi, paramparça bir kadın gibi."
Okuyucu sunulan kışkırtıcı parçalar yerine hikâyenin tamamını okumak istiyor ama kapanışla yetiniyoruz. Aynı anda hem tuhaf hem moral yükselten hem de kaygılandıran bir son bu: “...çünkü o, sıradan biri olarak, muhayyilenin muhteşem gücünü kendi kendine keşfettiği halde olup bitenleri düşünmemeye çalıştı. İlişkiyi bütünüyle aklından çıkarmaya karar verdi ve kompartımanlara ayrılmış zihnin verimliliği sayesinde başarıya da ulaştı. Hermione’yi tamamen unuttu. Ve bir daha asla öyle dolu dolu yaşamadı.”
McEwan romanın meta-dokusunu parçaladığında ise bir aydınlanma ânı yaşıyoruz (bunun ne olduğunu bilmek istemiyorsanız, bu noktada yazıyı okumayı bırakın): Serena’nın hikâyesini baştan beri Tom Haley yazmış. Bu ifşa okuyucuya (bu tür şeylerde olduğu gibi insanı bir miktar çileden çıkarmak yerine) epey bir tatmin yaşatıyor. Nedeni ise akıl oyununun büyük bir incelikle işlenmiş olması; mükemmel ya da ideal kadının, yani akıllı ve hassas adamın o ilkel eşlikçisinin nasıl olması gerektiğine dair o ince, kırılgan fikrin bir anda odağına oturması. Baştan beri neyi okuduğumuzu görüyoruz bir anda. Diğer bir deyişle bu yumuşak başlı, hoş, neşeli, hafif bön kadın aslında bir erkeğin kadın fantezisi... Romanın o huzursuzluk ve bir miktar rahatsızlık veren esrarı çözülüyor. Serena aslında bazı açılardan, anlatılan hikâyedeki o mağaza mankeni.