Türkler Yunanistan’a gide gele “Bu Yunanların de-
nilen gibi kötü insanlar değillermiş” demeye baş-
ladılar. İnsanlar bire bir tanıştıklarında aslında kar-
şıdakinin politikacıların canavarlaştırdığı kadar kötü
olmadıklarını anlıyorlar. Bu anlamda bize sofralar,
hatta içki sofraları gerekli.
Yunanistan’dan bahsettiniz, aynı şey Türkiye ve Er-
menistan’da da yaşanıyor. Her iki tarafın da yaptığı
bir yemek ya da bir tatlı, ortaklık olarak değil de,
hırsızlık olarak görülüyor. Sanki karşı taraf kötülük
olsun diye aynı yemeği yapıyorlar zannediliyor. Bu
“bizden çaldılar” hezeyanını neye bağlıyorsunuz?
MY: Milli mutfaklar çok problematik gerçekten. Geçen
yıllarda, tam Kıbrıs Rumları baklavanın patentini alma-
ya çalıştıkları günlerde, çok ünlü bir Türk baklavacısı
“Baklava Türk işidir” diye anlatmaya başladı kamera-
lara, ‘dedemin dedesi Halep’ten getirmiş bu reçeteyi’
dedi... (Gülüyor) Yani bu işleri sinirlenerek çözemezsi-
niz. Musakka biz artık yapmıyoruz ama Yunanistan’da
her köşede var. Paçanga Ermeni mezesidir ne yapar-
sanız yapın... Şarabı da tartışalım o zaman, saçmalık
bunlar. Adriyatik’ten Hazar’a kadar yemekler çarpışa-
caktır, bunu engelleyemezsiniz. Avrupa’ da bu böyle
ama onlar bu saçma tartışmalara girmiyorlar. Kim daha
güzel yapıyor, tamam onu tartışalım ama “Kimin bu ye-
mek?” sağlıklı bir tartışma değil.
Siyaset liberalleştikçe, mutfak da liberalleşir, rahat-
lar mı? Benim-senin savaşları biter mi?
MY: Kesinlikle. Liberal yönetimlerdeki mutfaklar her
zaman yaratıcı ve lezzetlidir, alışveriş vardır çünkü.
Tabii ülkelerin konumu, iklimi gibi etkenler dışında
dediğiniz gibi yönetim politikaları da önemli. Din
mesela, dini yasaklar mutfağı çok fakirleştiren şey-
ler. Hindistan’da yüzlerce din var, yüzlerce mutfak,
ve bunun yanında bu mutfakların etkileşimi ile yeni
doğan mutfaklar... Çin de öyle... Yoksul mutfaklar
bile özgürken yaratıcı olabilir, zenginleşebilir, örne-
ğin Pakistan ve Etiyopya mutfağı, çok zengin ve lez-
zetli mutfaklar.
Ermenistan Rehberi
MY: Kesinlikle olabilir, düzenli uçuşlar var, ya-
kın, konaklama fiyatları yüksek değil. İnsanlara
tanıtmak da önemli, bizim yediklerimizi görünce
bence gelirler (Gülüyor). Yediklerimizi görünce
mutlaka gelmek isteyeceklerdir.
TH: Ben beğendim, tarihini, dokusunu ve ye-
meklerini beğendim. Mimarisini de çok beğen-
dim, yeni yapıların yanında eski Sovyet mimarisi,
eski apartmanları saymıyorum, onlar da yenile-
niyor zaten sanırım, devlet binaları bizdekilerden
güzel. Bir kere şehir planlaması çok muntazam
Yerevan’ın. Hemen hemen her ana caddede iki
taraflı ağaçlar var ama en beklemediğim ve ho-
şuma giden şey, açıkçası sokakta yaşıyor olması
şehrin. Heykeller çok. Bizim belediyelerin düş-
manlık beslediği sokakta yeme içme kültürü var,
sokak kafeleri muhteşem.
MY: Sokak mobilyaları da muhteşem, banklar,
otobüs durakları, sokak satıcılarının arabaları.
Öyle iki bank atmamışlar, mobilya kurgulamış-
lar sokak için. Ama yemekler iyi gerçekten. Sini
mantısı, tereyağlı kavurma, ben buranın peynir-
lerine bayılıyorum, yoğurtlarına, lavaşlar muh-
teşem. Şarap ismi bilmiyorum ama hepsi beni
mutlu etti.
İçki tercihim kırmızı şarap burada da çok ba-
şarılı... Köy şarapları ve votkaları yıpratıcı tabii,
alkol oranları yüksek. Konyağı atlamayalım,
Ararat konyak güzel. 20 yıllığa param yetmedi
geçen sefer Teoman’a 15 yıllık aldım. Sokakta
yediğimiz pastırma olağanüstüydü, onu ayrıca
söylemek lazım. (Ropörtaj: Agos Gazetesinde
yayınlanmıştır)
Teoman Hünal, sence de yoksul ülkeler lezzetli mut-
faklar yaratabilirler mi?
TH: Olabilir, evet. Sosların ortaya çıkması da böy-
ledir mesela. Bundan 400-500 sene önce, köyde
hayvanı kesiyorlar. Her yanı bonfile değil ki hayva-
nın, birine bonfile birine farklı kısım veriliyor, diğe-
rine sakatat düşüyor. Soslar aslında eti lezzetlendir-
me çabası ile yapılmışlardır.
Gastronomi seyahatleri Türkiye’de de tercih edilme-
ye başladı, Ermenistan geçerli bir destinasyon ola-
bilir mi sizce?
31