Emeğin Sanatı 161. Sayı
1903’te, Mardin Gercüş’ün bir köyünde dünyaya gelen büyük Kürt şairi Cigerxwîn, “Kürt Dilinin
Nâzım”ıydı…
Yüzlerce şiirden oluşan on divanı, birçok öyküsü, Kürt kültürü ve tarihi üzerine araştırmaları,
sözlük çalışmaları var. Cigerxwîn için Kürt ulusal şairi sıfatı yakıştırılabilir.
Lorca’yla, Neruda’yla, Brecht’le ve Nâzım Hikmet’le aynı kulvardadır. Yoksulluk içinde büyüdü.
Önce işçi olarak demir yollarında çalıştı.
Dini eğitimini tamamlamak için Diyarbakır’a gitti. Daha sonra Kürtlerin yaşadığı bütün bölgeleri
gezdi, insanların acılarını, yoksulluklarını gördü. Ve bunları şiir estetiği içinde, müthiş bir
lirizmle işledi. 27 yaşında imamlığı bıraktı. Suriye’ye geçti.
Orada Kürt Gençlik Derneği’ni kurdu. 1946’da komünizmle tanıştı. Tutuklandı, işkence gördü.
Arkadaşlarıyla birlikte Azadî örgütünü kurdu. Kısa süre sonra Irak’ta, Bağdat Üniversitesi’nde
Kürtçe dersler verdi.
Irak hükümeti ve Kürtler arasında anlaşmazlık çıkınca Irak’tan sınır dışı edildi. Suriye’ye geçti.
Ancak Suriye hükümetinin baskıları sonucu İsveç’e gitmek zorunda kaldı.
1984’te vefat edene kadar orada yaşadı ve son anına kadar şiirlerini yazdı. Cigerxwîn geniş bir
yelpazede şiirler yazdı. Şiirlerinde sınıf çatışmasından Kürt ulusalcılığına, oradan barış ve
kardeşliğe ve aşka, bir insanın ilgilenebileceği her konuyu işledi.
Tıpkı Onun yoldaşı bir diğer Kürt ozanı A. Hicri İzgören gibi…
Evet, evet (Şerko Bêkês ile) bir A. Hicri İzgören vardır; “Bozdurup bozdurup harcadım
ömrü/Yanlış adresler çıkmaz sokaklar/Bütün replikler şiirler ve şarkılar/ Bir ezginin bütün
hatıraları,” diyen…
Ahmed Arif’in soyundan, ekolünden, yolundan ve “Arsız bir dizenin kütüğüne kaydedin/
Kimvurduya sayın beni/ Ve şimdi söz savunmanın/ Hayat işgal altında,” diye haykıran Siverek’li
Kürt şair…
Sennur Sezer’e, “Coğrafyanın yaşadığı ne kadar acı varsa ağırlığını duyuyor gibisin: Yezidiler,
Çingeneler, Ermeniler, Süryaniler ve onlarla ilgili onca öykü bir ilmik boğazında. Yaşadıklarının
izlerini ne kadar yıkasan silemezsin gözlerinden,” dedirten…
Sonra 1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde doğan… Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen
okullarında eğitim gören… Öğretmen okulundan sonra dört yıl ilkokul öğretmenliği, daha sonra
da Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirmesinin ardından çeşitli il ve ilçelerde Türkçe-Edebiyat
öğretmenliği yapan… 1981’de sıkıyönetimce tutuklanarak görevine son verilip, aynı yıl, TCK’nın
141, 142 ve 146. maddelerinden yargılanan… Cigerxwîn’un şiirleri üstüne yazdığı bir
yazısından ötürü 142. maddeden kısa bir süre hüküm giyen Ahmet Telli…
‘Kalbim Unut Bu Şiiri’nde, “Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde/ Yazdığım şiirlere
yabancıyım, sokaklara yabancıyım/ Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız bir/ Su oluyorum ipince,
kendime sızıyorum/ Dünya yetmiyor bazen, bırakıp gidebilir miyim,” diye haykıran Onu, “Aşk’ı
ve Devrim’i yaşatmıştır. Neden mi Aşk ve Devrim diyorum; Ahmet Telli’yi anlatırken iki kelime
geçiyor aklımdan, Aşk ve Devrim... İşte Telli’yi bu şekilde tanımlayabiliriz,” diye betimler Elif
Gamze Bozo; haksız da değildir…
Dediklerimi, Jack Kerouac’ın “Çünkü benim insan dediklerim sadece çılgınlardır, yaşama
çılgınları, konuşma çılgınları, çok şey isteyen, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen tipler,
yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere ‘vay
canına!’ dedirten o muhteşem sarı maytaplara benzettiğim kişiler,” sözünü anımsatan sanatın
devrimcileri, devrimin sanatçılarının önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğilerek
tamamlayayım…