EMEĞİN SANATI 161. SAYI | Page 60

Emeğin Sanatı 161. Sayı  ‘Ana’sı ve ‘Benim Üniversitelerim’ ile hepimizin belleğinde ölümsüz bir yer edinen Maksim Gorki’nin yapıtlarındaki parlak betimlemeler her zaman başköşededir: “Hep ileriye giden insan ölüme giden insandır. Zaman zaman arkana dönüp bakmazsan yaşayamazsın…” “Felsefesiz yapamayız, çünkü her şeyin bilmemiz gereken gizli bir anlamı vardır…” “Mutluluk, elindeyken her zaman küçük görünür; ama elinden gitmeye görsün, o saat anlarsın ne kadar büyük ve değerli olduğunu…” “Kader, fakirlerin isteklerini bastırmaktan, iradelerini yok etmekten başka bir işe yaramaz…” gibi! Türkiye edebiyatında iki usta isim Rıfat Ilgaz ve Sabahattin Ali: Onlar ‘Fedailer Mangası’nın iki üyesiydi. Tahir Şilkan’ın ifadesiyle, “Sabahattin Ali, edebiyatımızın büyük ustası, öyküleri, bugün bile en çok okunanlar romanlar arasında yer alan ‘Kuyucaklı Yusuf’ ve ‘Kürk Mantolu Madonna’sı neredeyse tümü şarkı sözü olmuş şiirleri ve yazdığı direngen, eleştiren, yol gösteren, mücadeleye çağıran yazılarıyla unutulmayan, tek parti iktidarlarının hedef tahtasına koyduğu, zulmettiği ve katlettiği aydındır.” Ki tam da bundan ötürü Sabahattin Ali, Türkiye’de “faili meçhul” cinayetler denince ilk akla gelen isimlerden. Kısa yaşamına epey ürün sığdıran, fikirleri ve yaşamıyla hep ilgi çeken bir yazın ve düşün emekçisiydi. Hatırlayın: Sinop cezaeviydi ve kaleme aldığı ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’la, “Sinop kalesinden uçtum denize/ Tam üç gün üç gece göründü Rize/ Karşıki dağlardan gel oldu bize/ Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz...” ‘Geçmiyor Günler, Geçmiyor’unda, “Burda çiçekler açmıyor/ Kuşlar süzülüp uçmuyor/ Yıldızlar ışık saçmıyor/ Geçmiyor günler geçmiyor Avluda volta vururum/ Kah düşünüp otururum/ Türlü hayaller görürüm/Geçmiyor günler geçmiyor...” ‘Aldırma Gönül’ün de, “Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül, aldırma/ Ağladığın duyulmasın,/ Aldırma gönül, aldırma...” Nihayet henüz 24 yaşında yazdığı ‘Dağlar’ında, “Bir gün kadrim bilinirse/ İsmim ağza alınırsa/ Yerim soran bulunursa/ Benim meskenim dağlardır...” diye haykırıyordu. Nâzım Hikmet’in, “Türk edebiyatının ilk devrimci-gerçekçi hikâyecisi ve romancısı” olarak selamladığı Sabahattin Ali’nin, “Edebiyata nasıl başladınız?” sorusuna yanıtı kısa olmuştu: “Kitap okuyarak.” O bıkıp usanmadan okudu, yazdı, düşündü. Toplumsal çelişkilere tepkisini sanat yoluyla gösteren yetkin bir yazar oldu. Öyküden romana şiirden oyuna kadar çeşitli edebi türlerde yapıtlar verdi. Yapıtlarında insanın trajedisine, toplumsal yaşamdaki çelişkilere, yaşamın acı gerçeklerine emekçi insanların sorunlarına ışık tuttu. Öykü ve romanlarının arka planında dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısındaki çarpıklıklar, yozlaşan değerler yer alıyordu. Çünkü Ona göre, “... Sanatın biricik amacı, insanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmektir”, “Sanat, insana insanı, hayatı ve bunların anlamını öğretmekle görevlidir. Sanatçı kitle ile birlikte ıstırap çekecek, halk ile birlikte gülecek, onunla birlikte isyana kalkacaktır. Sanatçı geniş kitlelerce anlaşılmak istiyorsa, süslü ve oyunlu, karışık bir anlatım yerine yalın bir anlatımı seçmelidir. Ve sanatı, bilimi, kültür varlıklarını yalnızca belli sınıfların hizmetinden kurtarıp bütün milletin malı hâline getirmek gerekir...” 