EMEĞİN SANATI 161. SAYI | Page 35

Sayfa 35 geldim bugüne atom bombası denenmiş Halepçe’de can vermişim elma tadında büyük iş makinaları ile mezarımı kazmışlar büyük iş makinaları ile gözlerime doldurmuşlar toprağı ‘mezarın nerde ise yurdun oradır’ mağaralarda bulmuşlar kemiklermi kuytuluklarda karakol bahçelerinde faili belli yol kenarında ya da ama uzağa gitmemiş ayağım kemiklerimi bulunca sıkı sıkı sarılmış çocuklarım öpmüş, koklamışlar usulca kim bilir kaç kez öldüm dilsiz, sağır, kör bir dünyada kim bilir kaç kez umutla, inatla doğmuş beslemişim yarını hey hawar klamlarım vurulmuş iki kaşın arasından şiirlerim yakılmış cenazemin üstünde külümü alıp savurmuş rüzgar kim bilir hangi çalı dibinde yatar olmuşuz yıllarca kim bilir hangi mağarada kapıya çevrili başımızla kemikten dökülmüş etimiz şafağa çıkan ülkeyim tanımamışım yasağı, sınırı kendi dilimle ad vermişim dağlara yüzümü sürmüşüm ayak izlerim kalmış yollarda çığlığım orada hala duyuyor musunuz derwişler doğurmuşum üst üste üç telli saz olmuş, gönül almışım beyaz kumaşla örtmüşüm çıplak ruhumu ama kıymamışım cana acı tütün sarmışım açlıktan, susuzluktan ölmüşüm el açmamışım münküre ne çok ölmüşüm, ne çok ne çok doğmuşum inatla adım geçmiş toruna oğullar – kızlar vermişim kahpe kurşuna kim bilir kaç işgalci görmediğim yerlerden gelip kim bilir kaç kez, kirlettiler toprağı kim bilir kaç kitapla başıma vurup kırdılar sazımı şafağa çıkan ülkeyim dört parça bir candayım hava, su, toprak, güneşim bugün biri olmazsa, anlamsızdır diğeri sınırları yıkmışım selamı kesmişim soysuzdan söküp atmışım tel örgüleri tükürmüşüm sapına bir daha denerse işgalciler bir daha denerse eğer işte sen, işte su, işte hava, işte güneş yüzüm sürdüm toprağa dedim ki yarıl, yarıl tam ortadan bil ki, artık ağıt yakmayacağım yarıl, zalimin ayağının değdiği yerden öyle bir yarıl ki sen, ey toprak ana artık yeter bilmem kaç asırdır sana dönerim değil seni vurup geçmek bir köprü dahi kuramasınlar üstüne ERCAN CENGİZ