Sayfa 35
geldim bugüne
atom bombası denenmiş
Halepçe’de can vermişim elma tadında
büyük iş makinaları ile
mezarımı kazmışlar
büyük iş makinaları ile
gözlerime doldurmuşlar toprağı
‘mezarın nerde ise yurdun oradır’
mağaralarda bulmuşlar kemiklermi
kuytuluklarda
karakol bahçelerinde faili belli
yol kenarında ya da
ama uzağa gitmemiş ayağım
kemiklerimi bulunca
sıkı sıkı sarılmış çocuklarım
öpmüş, koklamışlar usulca
kim bilir kaç kez öldüm
dilsiz, sağır, kör bir dünyada
kim bilir kaç kez
umutla, inatla doğmuş
beslemişim yarını
hey hawar
klamlarım vurulmuş iki kaşın arasından
şiirlerim yakılmış cenazemin üstünde
külümü alıp savurmuş rüzgar
kim bilir hangi çalı dibinde
yatar olmuşuz yıllarca
kim bilir hangi mağarada
kapıya çevrili başımızla
kemikten dökülmüş etimiz
şafağa çıkan ülkeyim
tanımamışım yasağı, sınırı
kendi dilimle ad vermişim dağlara
yüzümü sürmüşüm
ayak izlerim kalmış yollarda
çığlığım orada hala
duyuyor musunuz
derwişler doğurmuşum üst üste
üç telli saz olmuş, gönül almışım
beyaz kumaşla örtmüşüm çıplak
ruhumu
ama kıymamışım cana
acı tütün sarmışım
açlıktan, susuzluktan ölmüşüm
el açmamışım münküre
ne çok ölmüşüm, ne çok
ne çok doğmuşum inatla
adım geçmiş toruna
oğullar – kızlar vermişim
kahpe kurşuna
kim bilir kaç işgalci
görmediğim yerlerden gelip
kim bilir kaç kez, kirlettiler toprağı
kim bilir kaç kitapla
başıma vurup kırdılar sazımı
şafağa çıkan ülkeyim
dört parça bir candayım
hava, su, toprak, güneşim bugün
biri olmazsa, anlamsızdır diğeri
sınırları yıkmışım
selamı kesmişim soysuzdan
söküp atmışım tel örgüleri
tükürmüşüm sapına
bir daha denerse işgalciler
bir daha denerse eğer
işte sen, işte su, işte hava, işte güneş
yüzüm sürdüm toprağa
dedim ki yarıl, yarıl tam ortadan
bil ki, artık ağıt yakmayacağım
yarıl, zalimin ayağının değdiği yerden
öyle bir yarıl ki sen, ey toprak ana
artık yeter
bilmem kaç asırdır sana dönerim
değil seni vurup geçmek
bir köprü dahi kuramasınlar üstüne
ERCAN CENGİZ