EMEĞİN SANATI 161. SAYI | Page 28

Emeğin Sanatı 161. Sayı  hoop mideye indiriverdi.. Sonra da “İş bulur da girersem sandalye de alırım, televizyon da alırım, çamaşır makinesi de alırım, sen ne istersen alırım!” Kadın, “bu mavraları yıllardır dinliyoruz.! Kahve köşelerinde akşama kadar okey, pişpirik oynayan adam nasıl iş bulabilir?” Gamze ve kız kardeşi de komşudan geldiler. Yemeği yerken çocuk bir kez daha çalışınca et alacağını yineledi. Babalık, eliyle havada anlamsız hareketler yaptı ve manalı manalı kıkırdadı. Çocuk, ‘görürsünüz’ diye babalığına düşmanca bakarken bardaktaki suyu masaya döktü. Anne tatsızlık olmasın diye el bezine dönüştürülmüş üzerinde çiçek desenleri olan bir bez parçası ile dökülen suyu temizlemeye girişti. Ertesi gün çocuk İkiçeşmelik’ten başlayarak ta Kemeraltı’ndaki bakırcıların olduğu küçük atölyelere kadar her yeri tek tek dolaştı. Bakırcılar, davlumbazlar, mangallar, ibrikler, kül tablaları. Sahanlar, tencereler ve daha çeşitli hediyelik eşya malzemeleri işliyor ve hemen orada dükkanlarının önüne kurdukları iğreti tezgahlarda müşteriye sunuyorlardı. Bir bölüm imalatçı da paslanmaz çelikten aynı malzemelere benzeş şeyler imal ediyor ve yine hem imalathane hem de satış yeri olarak kullandıkları dükkanlarının önünde sel gibi akıp giden insan kalabalığına sunuyorlardı. Çalışanların çoğu çocuk sayılacak yaştaydı ve yüzleri gözleri kömür karasına batmış bu çocuklar her iş sorduğu yerde onu tepeden tırnağa yabancıl bakışlarla süzüyorlardı. Çocuğu, her iş sorduğu yerde patronlar da tepeden tırnağa alıcı gözüyle süzüyor ve bu esmer, kılıksız çocuğa ‘iş yok’ diye hep olumsuz yanıt veriyorlardı. İş yoktu işte ! İş vermiyorlardı ! Çocuk, o, yüzleri gözleri kömür karasına batmış solgun bakışlı çocukları nasıl da imreniyordu. Onlar, bir işleri olduğu için kim bilir nasıl mutluydular ! Eve gitmeden önce Agoranın yıkıntılarında oturup gelen geçeni, acele acele koşuşturanları, bağırıp çağıran, küfreden, birbiriyle ha bire didişen, alt üst olan tinercileri gözlemeye daldı. Bu evsiz barksız ve hiç kimse tarafından gerçek anlamda sahiplenilmeyen adları tinerciye çıkmış çocuklar da kendi taydaşıydı. Hatta aralarında kendisinden çok çok küçük olanlar vardı ama onlar hiçbir şeyi umursamadan güle-bağıra oynaşıyor, takatsız kaldıklarında da yıkıntıların kuytuluklarında büzüşüp uyuyorlardı. Çocuk bir an, içinden ‘ tinerci olmak en güzeli aslında ’ diye geçirdi. Giderek karanlık çöktü. Çocuk oturduğu yerde gecenin bu ağıtımsı hüznünü dinledi. Aslında hüzün ve acı kendisiydi. Aslında o geceyi dinlerken kendisini dinlemiş oluyordu. Cefakar annesi, hayırsız üvey babası, bacıları gözlerinin önünden bir an gelip geçiyordu. Ve onları dinliyordu. İş yoktu işte ! İş vermiyorlardı ! 