Emeğin Sanatı 161. Sayı
GAMZE’NİN DÜŞ’Ü / Yavuz AKÖZEL
Elindeki kırmızı, beyaz güller ağlıyordu. Her demette dört tane vardı ve üç liraya satıyordu.
Çankaya’da Fevzipaşa Bulvarının tam metro çıkışına tezgahını kurmuştu. Caddeler insan ve
arabalarla tıka basa doluydu. Gamze’nin bağırtıları inmekte olan akşamın hüznüne acı bir
çığlık gibi iniyordu. Gökyüzünde gruplar halinde uçuşup avlanan kırlangıçların hiç umurunda
değildi bu aşağıdaki insanların hengameleri, boğuşmaları, koşuşmaları, bağırtıları, çağırtıları,
klakson sesleri. Kırlangıçlar mağazaların sundurmalarında özenle inşa ettikleri güzel, sağlam
yuvalarında kendilerini bekleyen yavrularına işte bu akşamın son soluğunda pikeler yaparak,
türlü uçuş ve avlanma ustalıkları sergileyerek yiyecek ayarlamaya çalışıyorlardı.
Bir güzel günün sonundaki akşam zamanı mıydı bu? Romantik, tatlı bir yorgunluğun bedene
yayıldığı ve artık eve gitme zamanının geldiğini hatırlatan bir güzel günün son demleri mi ?
Güller? Gamze, içine su doldurduğu bir pet şişesinin kapağına delikler açmış, solmamaları,
pörsümemeleri için ara sıra güllere su serpiyordu ve serpilen sudan ötürü güller solmuyor,
hep gülümser gibi duruyorlardı. Gamze buna bir çözüm bulmuştu da ne kendisinin ne de
güllerin görünmeyen gözyaşlarına bir çözüm bulamamıştı. Güller ve Gamze çökmekte olan
akşamın bu en kalabalık hengamesindeki en büyük yalnızlığında birlikte usulca ve gelip geçen
bu insan seline belli etmeden ağlıyorlardı:
- Ablalar, abiler kıpkızıl güllerim var!
- Ablalar, abiler bembeyaz güllerim var! Başlayan aşklar için, biten ayrılıklar için, kavuşmalar
için, biten gözyaşları için güllerim var!
Karanlık iyice çöktü , ortalık giderek duruldu, sessizleşti. O kalabalık, o hengamenin yerini
yorgun bir tenhalığın hüznü kapladı. Kırlangıçlar da yuvalarına çoktan dönmüşlerdi. Gamze
de arta kalan güllerini sepetin içerisine yatırıp, kendisini almaya gelecek üvey babasını
beklemeye başladı.