Emeğin Sanatı 161. Sayı
“Tren düdük çalmamış mı, görmemiş mi makinist?”
“Hem de delicesine… Duymamış zavallıcık. Kim bilir aklından ne planlar geçiriyordu… Kim
bilir”
“Yazık, çok yazık oldu Yaşar’a! Sen çık Erzincan’dan İzmir’e bir umut diye gel, git trenin altında
kal… Hay ben böyle şansın içine!” dedi Memo. Duraksadı, elleri titredi, ağlayacak gibi olmuştu.
“Ardından gözü yaşlı bir kadın ve iki sebil bıraktı. Az bir borcu vardı bana; benden yana helal
hoş olsun” dedikten sonra veresiye defterinden adını bulup tükenmez kalemle çizdi. Bu
davranışı bakkalda bulunanlar tarafında takdirle karşılandı.
“Bravo Memo” dediler, “sana da bu yakışır”
Mütevazı bir edayla: “Benim yerimde kim olsa aynısını yapardı” deyip dükkânını kilitledi.
Bir sokak ötedeydi rahmetli Yaşar’ın evi. Olayı duyan koşuyordu. Evin önü bir anda panayır
yerine döndü. Ağlamalar, sızlamalar, ağıt sesleri…
Morgdan getirilen cenazeyle herkes helalleştikten sonra Buca Mezarlığına götürüldü.
Defnedildikten sonra herkes sessizce dağıldı. Başsağlığı, kırk yemeği derken Yaşar unutulup
gitti. Herkes işinin başına dönmüş, zaman akıp gidiyordu. Yaşar’ın bir küçüğü Hasan, bazen
başının üstüne koyduğu tepsi üzerinde bazen de bir sırığın ucuna taktığı gevrekleri satarak,
eve, yengesi ve yeğenlerine yardımcı oluyordu.
Abisi Yaşar çalıştığı fabrikada çok sevilen biriydi. Patronu da çiğ süt emmemiş biri çıkmıştı.
Yaşar’ın ailesine hatırı sayılır bir para yardımında bulundu. Ayrıca çocuklarına giysi, eve erzak
göndermişti. Hasan sabaha karşı kalkıyor, arkadaşlarıyla bir gevrek fırınına gidiyor, oradan
aldığı gevrekleri satıp eve dönüyordu. Yine böylesi bir günde, şansı yaver gitmiş, elindeki
gevrekleri kısa sürede bitirip eve dönmüştü. Ev kalabalıktı; aile büyükleri bir araya toplanmış,
yengesi onlara hizmet ediyordu.
“Hoş geldin” dedi amcası, “gel otur yanıma. Seninle önemli bir konuyu konuşacağım.”
Sessizce aralarına oturdu Hasan. Kafası karışıktı. ‘Önemli konu ne olabilir ki?’ diye
düşünüyordu. Babası suskundu, annesi tavana bakıyordu. Odaya kasvetli bir sessizlik
çökmüştü. “Oğlum” dedi amcası, “biliyorsun abin aramızdan zamansız ayrıldı. Yengenle bu
körpe yavrular bize emanet bıraktı. Çok şükür patronu yeterince para da bıraktı.” Gözleri gelini
aradı, bulamadı. Mutfağa çayları tazelemeye gitmişti. “Gençtir, nasıl olsa günün birinde
evlenecektir.” diye ekledi. ”Ama yabancı birine varırsa hem abinin parasını hem de çocuklarını
kaybederiz. Hele bir de kalkıp elin adamına “baba” derlerse buna gönlün razı olur mu evladım?
İyi düşün, son pişmanlık para etmez!“
“Olmaz tabii emmi, olur mu hiç? Hem amca babanın yarısı demektir!”
“Aferin yeğenim, senden de bu beklenir zaten.”
Gururlandı Hasan, koltukları kabardı. Yanakları al al olmuştu. “Bana söyleyeceğin bittiyse
amca, biraz uyuyacağım”