Emeğin Sanatı 159. Sayı
AYLA DENİZİN SERENADI VE TEMMUZA AĞIT
A
Sıcak bir temmuz günü. Güneş karşı dağlardan el sallayarak uzaklaşıyor. Gündüzle, gecenin
kesiştiği bir anda deniz, griden kızıla dönüşüyor. Nerede kaldı diyorum o yeşille sevi-şen sonsuz
mavilik. Kirlenen, kirletilen dünyada, deniz de yitirmiş rengini. Hava, ‘Sapı kanlı, demiri kör bir
bıçak’ gibi sıcak. Ağustos böceklerinin sesleri akortsuz geliyor. Dili dışarı sarkmış bir sokak
köpeğinin havlaması, bir sürüngenin kaçarken çıkardığı hışırtı, genç bir ka-dının salına salına
yürürken çiğnediği sakızı patlatması ve dalga sesleri ürkütücü geliyor. Ayla güneşin bakışıp,
birbirlerine meydan okumaları ürkütücü. Güneş giderken, ay geliyor usul usul. Aynı anda hem
güneşe, hem aya bakmanın esrarengizliğini bilir misiniz? Güneşin, merasimle yerini aya
bırakmasını. Gündüzle gecenin öpüştüğü anı. O nöbet değişiminin yarattığı fırtına-ları. Hele
dolunay vakti, ayla denizin serenadını.
II
Sabah bir karga sesi işitiyorum kıyıda. Şaşkınlıkla bakıyorum, Martılar nerede diyorum. Dalga
seslerine eşlik eden serçeler nerede. Ağustos böcekleri bile suskun bu sabah. Sakızını
patlatarak yürüyen genç kız da yok. Kargalar çoğalıyor, sağım solum uğursuz karakuşlarla
doluyor bir anda. Güneş yükseliyor.
Uzaklaşıyorum suskun denizden. Yas tutmak, yaslı denizi görmek istemiyorum. Kara-lar
kuşanmış ölü sevicilerini, yavru karetta karetta cesetlerini, dalgaların dışarı kustuğu naylon
torbaları, gemi atıklarını görmek istemiyorum.
Şehir sıcak. Bindiğim dolmuş sıcak. Ter kokuları, parfüm kokularına karışıyor. Zor atıyorum
kendimi dışarı. Beton yığınları arasında bunalıyorum. Sığınacak bir ağaç gölgesi bile yok. Doğa
yok. Katledilmiş, martılar gibi. Çirkin gökdelenler çoğalmış. Denize inen yollar kesilmiş. Telgrafın
tellerine kuşlar yerine, fabrika atıkları konmuş.