ÖDÜL ALMIŞ ÖYKÜLER
GELİNLİK
Simge’ye…
Sevda Abla’yı bir yıl önce tanıdım. Tanıştığımızda ben on yedi oysa yirmi sekiz yaşında falandı. Babamın sayesinde tanışmıştım Babam olmasaydı ne Sevda Abla’yla ne de Nurten Abla’yla tanışacaktım. Bu arada sanki birden büyüdüm gibi. Lise ikiyi ikileyince-okulda arkadaşlarla aramızda çift dikiş deriz-babam benden sonra anladı okumaya niyetimin de, isteğimin de olmadığını. Dersler çok sıkıcıydı, öğretmenlerim sağ olsunlar! Yok; açın kitapları bilmem kaçıncı sayfayı herkes içinden okusun, sonra; kızım sen, evet evet sana diyorum Simge, kalk ayağa biraz önce okuduğunu anlat. İki dakikada okuduğunu hangi âlim anlatır ki ben de anlatayım. Yok, efendim neymiş matematik çok eğlenceliymiş! İyi de anlamadığım şey nasıl eğlenceli olabilir ki? Sen her gün gel tahtaya aynı X’leri bilmem neleri yaz, sonra da de ki: sağa alırsak ne olur solda kalırsa ne olur? Ne olacak x, xtir ne olabilir ki? Sağda da olsa solda da olsa sıkıcıdır ve bilinmeyendir. Hele o felsefe dersi yok muydu, tam bir felaketti. Ya öğretmeni; bir insan bu kadar mı kendini beğenmiş olur? Neyse, durum böyle olunca da tabi bir tek beden ve müzik dersiyle kurtarılamıyor koca sene. İkinci sınıfta birinci yıl kalınca, babam anlamadı. Sonra anladım ki tam da babamın kızıymışım; ben dersleri anlamıyorum babam da benim okumak istemediğimi… İkimizde anlamıyoruz, neyi anlamadığımızın ne önemi var ki?
İkinci kalışımın sonunda, “Kızım, senin okumaya niyetin yok galiba, en iyisi mi kuaför Nurten Ablanın yanına gir çalış.” deyince sevindim, ama doğrusunu sorarsanız pek de belli etmedim sevincimi. Başladığımın ilk günü saçımı sarıya boyatacak, renkli etekler giyecek, topuklu ayakkabılarla dolaşacağım için oldukça mutluydum. Fazla zaman kaybetmeden girdim Nurten Ablanın yanına, başladım. Yerdeki saçları süpürüyor, paspas yapıyorum. İhtiyaç olduğunda da bakkala markete koşuşturuyorum. Gelen müşterilere çay-kahve hazırlamaksa en hafif işti. O güne kadar evde değil çay hazırlamak bir bardak yıkamışlığım yoktu. Birinci ayın sonunda baktım Nurten Abla bana bağırıyor, azarlıyor, hatta ve hatta hor görüyor diyebilirim. İlk önceleri sesimi çıkarmadım, mademki okumuyorsun dedim kendime o zaman çalışacaksın kızım. Sonra baktım müşteriler de beni azarlamaya başladılar. İşte o zaman dedim ki kızım senin elinden bir halt gelmez. Nurten Ablanın bardağı taşıran son hareketi girdiğimin dördüncü ayında falandı galiba. Saçımı boyatmak için dört ay zar zor dayanmışım, sen gel bana de ki, neymiş efendim saç boyası pahallıymış da, bilmem neymiş de. Kes, haftalığımdan kes, sana ne ki. Saçımı boyatmayacaktıysam ne diye sana katlanayım ki? Çıktım işten. Çıkmasaydım da Nurten Ablanın çıkaracak olması hiç umurumda değil. Kaç zamandır içimdeki öfkeyi biriktiriyorum zaten, iyi oldu. Ben çıkınca batacak sandım Nurten Abla, batmadı. Evdeki üçüncü günümde ben babamın gözüne batmaya başladım.
Sevda Abla’yla annem arkadaşlar; annem gönderdi beni yanına. Babam sayesinde tanıştım dememe ters gibi görünebilir, ama babam: okumayacaksan çalış demeseydi sadece annemin arkadaşı olarak kalacaktı Sevda Abla. Annemle Sevda Abla’nın nasıl bir arkadaş olduklarını da bilmem. Çok az gördüm bizim evde Sevda Abla’yı. Hatta bir kere mi ne. Sabah erken kalkmak gerekiyormuş burada çalışmak için. Servise yetişmek için okula gittiğimden de erken. İlk ayın sonunda işten eve gelince, yani servisten iner inmez Nurten Ablamın yanına gidip özür diledim. Pek bir sevindi. Bir sürü de nasihat verdi, çoğunu hatırlamıyorum bile. Annem babam o boşluğu dolduruyorlardı zaten, ne dinleyeceğim ki.