Diyar-ı Uzlet
Arslan Karadayı
Bazen mekandan, bazen zamandan gayrı…
Asıl yerin bahçesi dünya sakinleri içerisinde aşıklar, şairler, mimarlar ve
dahi ozanlar bitiverdi topraktan.
“iyileşmek için önce hasta olmak gerek” diyen bir Mevlana(k.s) misal.
“Yunus öldü deyu sela verirler. Ölen beden imiş, aşıklar ölmez.” diyen
Yunus(k.s) hani.
“Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım.” dedi hemen
şuracıkta Aşık Veysel.
Bunca aşık, ozan, mecnun… Bu sözleri söylerken ve dahi ruhlarının her
zerresi alev alırken, tutuşurken… Zalim ehli ihtirası kendisine azık
etmekle iştigaldi her hâl. Bunca delil aşikâr şurada dururken,
boyunlarından zincirlenen bedenlerin ruhlarında mı bela yoksa dik
durmak lanetiyle azıcık inme uzvu mahrum edilmiş burunlar mı
bahtsız?
Nasırlı eller ne kadar hamd etse az mıydı şu burunların durumunu
görünce?
Sahi Yaman Dede neden bu kadar dertliydi? Çekilip de bir kenara
ekmeği hısım elinden suyu babasının güvenli kurnasından içiverseydi,
ne olurdu? Ne vardı bunca çile çekmeye, yanmaya? Koca kırk iki yıl
kendisini sır edip hikmetlenmeye dururken felekler duyup da
çıldırmamış mıydı?