Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 37

Ayasofya’da İlk Namaz Şeyma Öztürk Taşları teker teker çatırdıyordu. Fatih’in alnıyla şerefkıyab olan yer makûs kaderine ağlıyordu. Minareden ruh gitmiş ardında bir cesed kalmıştı. Minber yetimdi. Lafzatullah’a hasretti her mekânı şimdi Ayasofya’nın. Ne zaman açılacaktı acaba söyle bir yaklaşıp bir yazı aradım. Bir şeyler yazıyordu. Okumak için gözlerimi kıstım. Biraz yanaştım yazıyı görmek için inanamadım. Gözlerimi ovuşturup baktım tekrar. Evet doğruydu. Doğru okuyordum. MÜZE TAMİR VE TASNİF SONUNA KADAR KAPALIDIR..! Müze… Benim ilk Cuma namazımı kıldığım, dedemin ecdad yadigarı dediği Ayasofya vatan topraklarında ayrılık acısı mı çekmekteydi? Hasretten kavrulan yüreğine bir su, bir inşirah sunmayacak mıydı İslam Âlemi? Ya ben, ben ne yapacaktım? Ecdad yadigarı dede vasiyeti Kudüs’ün yalnızlığını hafifleten Ayasofya nasıl müze olurdu? Geçtim oturdum. Seyreyledim kâinatı mevcudatı. Evvelinde hiç idim. Şimdi bir cümlelik şu yaşamımda yetim kalışların ikincisiyle perişan olmuştum. Yaşam sadece bir örtü ben ise cesedim. İnşallah dedim sonra utandım. Aczim mahcubiyetimle nasıl açardım ellerimi nasıl koruyamadım derdim. Dedemin gönül hırkasıydı bu camii ben ve benimle aynı yüzyılı paylaşan herkes dedemin gönül hırkasını ayaklar altına alıp onu kimsesiz bırakmıştık. Kalktım, yürüdüm, yürüdüm, gerçeklerden adım adım uzaklaştım ve bir an durdum ve haykırdım: ‘”Allah’a ant olsun. Ant olsun ki bir gün özgürlüğüne kavuşacaksın. Minarelerin tekrar ruhuna kavuşacak ve hilalin altında gölgeleneceksin…!“