Dilhâne Mayıs Sayısı MAYIS Sayısı (1) | Page 47

Yine daktiloya bir samanlı kâğıt taktı, yine daktilonun tuşlarına çat çut diye vurdu, yine sert bir hareketle çekip aldı, buruşturup attı. Oyunu anlamaya başlamıştım. Adam bir yazardı ve bir eser yazmaya çalışıyor ama ilham gelmiyordu. Tam geliyor, yüzünü yarım gösterip ‘ciii’ ediyor ama yazmaya başlayınca uçup gidiyordu. Hain ilham, neredesin, geldinse birkaç kere vur! Tabii sonra öğrendim şehrimize bir tiyatro gelmiş, tiyatro da sahnede oynanan oyunmuş. Gelen Abdullah Kars’mış ve oyunun adı da ‘Yazılamayan Eser’miş… Ve bu benim hayatımda izlediğim ilk oyun, ilk tiyatro ve ilk sanatçıydı… Oyunu Abdullah Kars, bir Hac parasına Hekimoğlu İsmail’e yazdırmış, sonra da hikâyeyi tiyatroya uyarlamıştı. O parayı bana verseydi, ben Osman amcanın eşeğinin hikâyesini yazardım hem ilham gelir, aksiyonu bol olduğu için izleyenlerin heyecanı da doruğa çıkardı. O gün karar verdim, ben ilhamımı hep yanımda taşıyacaktım. İlhamın keyfini bekleyecek değildim. Ne o şımartmışlar ilhamı, neredeyse başlarına çıkacak. Geleceksen gel kardeşim, ne nazlanıp duruyorsun? Oyundan pek bir şey anlamamıştım. Çünkü oyunun tümünü izleme şansı bulamamıştım. Ama izlediğim kadarıyla oyun bana iyi bir ders vermiş, ufkumu açmıştı. Bir gün yazar olacaktım ve o gün ben ilhamın keyfini beklemeyecektim. Yanımdan ayırmayacak ve çok güzel hikâyeler yazacaktım ama asla bir daha Osman amcanın eşeğini bir yalanla alıp, şehri turlamayacaktım. Bana olan sevgiyi sömürmeyecektim! İşte bunu bir daha yapmayacaktım, çok ayıptı… Dediklerimin çoğunu yaptım. İyi hikâyeler yazma kısmını halen devam ediyorum. Bir gün iyi bir hikâye yazarsam, siz de iyi bir hikâye okumuş olacaksınız ama o gün ya ben olmayacağım ya siz! 47